"Birden ağlamaklı olur bahçe,
Karşıda, duvar dibinde,
Üç dal gecesefası, üç kök hercai menekşe..."
Ahmed Arif
Nedendir bilmem, Ankara'da öğrencilik yıllarımdan bu yana Karadenizli, özellikle de Doğu Karadenizli arkadaşlarla hep yakın dostluklarımın olduğunu şimdi düşününce bir kez daha anımsıyorum.
Belki bunda çocukluktan beri büyüklerimizin ağızlarına pelesenk ettikleri söz etkili olmuştur: "Lazlar, Kürtlerin deniz görmüşüdür..." Gerçekten öyle miydi, bilmem. Ama bir ortaklık var gibiydi sanki. İşte doğayla boğuşmak, haşır neşir olmak. Silaha özel ilgi duymak. Folklor diye tabir edilen halk danslarına vücut dili olarak yatkın olmak, Karadeniz Horonu ile Kürt Halayı. Kürtlerin Dengbêj dedikleri ve tek başına sade insan sesinin müzikalitesine dayalı geleneksel sanata Mabiru adıyla Karadeniz insanının benzer bir tavırla selamı.
Bunları elbette uzatmak mümkün...
Sonra o muhteşem doğayı filmlerine, fotoğraf karelerine yansıtan usta sanatçıların paylaştıkları; Yeşim Ustaoğlu'nun Bulutları Beklerken, Özcan Alper'in Sonbahar, Nezih Ünen'in Anadolu'nun Kayıp Şarkıları ile Doğu Karadeniz'de Kırsal Mimari fotoğrafları ve daha nicelerinin yarattığı hale...
Sonra Kâzım'ın hüzünlü şarkıları...
Yine nedendir bilmem! Bunca yakın illiyet bağıyla doğudan batıya hemen bütün yerleşim yerlerini gezip görmeme rağmen Doğu Karadeniz'e gidemedim. Birçok kez niyet ettim.
"Arkadaşlarım var" dedim ya! Hem de çok; bunlardan en az ikisini anmalıyım bu vesileyle, ikisi de Trabzonlu, has çocuklar, bizim yakadan, biri Şinasi Haznedar, diğeri Yavuz Saltık, sözleri vardı rehberlik edeceklerdi, olmadı.
Bu sene cidden niyetlenmiştim. Diyarbakır'dan bir grup arkadaşla bir tur düzenleyip gidelim dedim Karadeniz'e...
Tam da bu niyet üzerindeyken sadece bir gün yayınlanan ve devamı gelmeyen, tartışılmayan bir haberle sarsılıp yerime oturdum.
Mayıs 2010'da Giresun'da devlet ricalinin katıldığı bir güvenlik zirvesi yapılmış!
Zirveye; Tokat, Giresun, Samsun, Ordu, İstanbul, Tunceli, Sivas, Bingöl, Amasya ve Gümüşhane gibi illerin askeri, istihbarat ve emniyet yetkilileri katılmış ve kararlar alınmış. Her yıl Ağustos ayında başlayan ve çoğu günler iş saatleri günde 18 saati bulan ve cüzi ücretlerle çalışan fındık toplayıcısı mevsimlik Kürt işçiler yerine Gürcistan'dan işçi getirtilmesine karar verilmiş.
Her yıl ortalama 200 bin dolayında ve çoğunluğu yoksul Kürtlerden oluşan işçilere "güvenlik politikaları" gerekçe gösterilerek Karadeniz coğrafyasının kapatılması gerçekten vahim. Her sene Ağustos ayı ile birlikte Diyarbakır, Urfa, Mardin, Batman gibi şehirlerden kuzeye, Karadeniz'e doğru yola çıkan işçiler dolayısıyla bu yıl göçemeyecek.
Haberi birkaç gazete ve internet sitesinde okuduktan sonra tam on gün bekledim. Acaba "Bir finduğin içuni, yar senden ayri yemem" diyen Laz uşakları ne diyeceklerdi bu "güvenlik gerekçeli" devlet politikasına.
İşin açıkçası devlet her ne ad altında olursa olsun bu ve benzer "işleri" güvenlik gerekçesiyle yapar "devlet-i âlinin" usulündendir. Tebaaya güvenmemek, potansiyel suçlu muamelesi yapmak devlet olmanın şanındandır. Bu kadarına bir diyeceğim yok! Devlettir yapar. Benim asıl derdim kendine "sivil" diyenleredir. Karadeniz'in onca sivil inisiyatifi, bir dolu sivil örgütü ve siyasetçisi var. Onlar neden bu denli suskun. Açtım Karadeniz'in kimi internet sitelerinin konuyla ilgili sayfalarına baktım. Kararı sahipleniyorlar.
Karadenizli dostlarım ve Laz uşakları arkadaşlarım kızmasınlar ama kendime ceza verdim. Vazgeçtim memleketinize gelmeye. Merak ediyordum dağın eteğine manastırlarını inşa etmiş Sümelalı rahipleri, Pontuslu Rum gemicilerin topraklarını, Fırtına Vadisini, Zilkaleyi, Makrevis konaklarını, Ayderi, Gelin Tülünü, Haldizeni, Uzungölü ve diğerlerini...
Vazgeçtim...
Ne zaman sözümden rücu ederim bilmem...
Fındığınızı siz yiyin, içi de kabuğu da sizin olsun...