Kültür, kimlik ve tarihle kendini var edip, dünyaya anlatan eski şehirlerin sakinlerinin birçoğunun serencamı odur ki; adına modern kent mimarisi denen çok katlı blok-site plancılarının tavsiyesine uyup eski evlerini terk edince aslında dünyanın başlarına yıkıldığının çok geç farkına varırlar.
Hep yazıldı, bir kez daha dillendirmekte beis yok! Binlerce yıldır hayatın kesintisiz sürdüğü Diyarbakır Sur Beldesinin eski sakinleri yoğunlukla 1980 ve sonrasında sur içindeki bazalt taş evlerinden, mahallelerinden, sokaklarından çıkıp "apartman"lara taşındılar.
Zamanlama öylesine manidardı ki; onlar eski mekânlarından taşınırken, birileri de köyünden, yerinden, yurdundan adına "zorunlu göç" denen kervana katılmışlardı. Bir gece, ya da bir kaç saat içinde "güvenlik güçleri"nin emriyle can havliyle kurtarabildikleri bir kaç parça eşyalarıyla yüzlerini şehirlere çevirip göç ediyorlardı.
Geldikleri ve yerleşebildikleri mekânlar da genellikle o eski şehirlilerin artık "itibarsız" olarak görüp boşalttıkları mekânlardı. İşte o zorunlu göç mağduru Kürt Coğrafyasının çaresiz insanları kentin "büyük yalnızlığı"nın içine düşmüşlerdi. Günü kurtarma telaşındaydılar. "Günü kurtarayım" derken şehrin olanca zalimliği bir anda şehrin yeni hemşerilerini tüketip yutmaya başladı.
Bir yanıyla şehrin "bencilliği" her şeyi paraya pula indirgeyen, insaniyet hemhallığından uzaklaştıran yapısı alabildiğine yeni sakinleri kendi iç dünyalarına / gettolarına kapatırken!
Öbür yanıyla da siyasetin şehre dair yeni yüzü ile tanıştılar. Kürt Siyaseti yeni bir açık alan siyaseti için varlık-yokluk kavgası veriyordu doksanlı yıllarda. Sistem bu "yeniden varoluş"u kaynağında boğmaya yelteniyordu. Kırsal coğrafyada "Korucu-Hizbulkontra-İtirafçı-Jitemci" ve daha niceleri ile yarattığı "Korku İmparatorluğu" ile şehre göçertilenler! Şehirlerin sokak aralarında güpegündüz, gün ortasında "Faili Meçhul Cinayetlere" kurban gitmeye başladılar.
Doksanlı yılların neredeyse on yıla yayılan tüm zaman dilimi, zaman zaman yükselen trendlerle böyle geçti. Faili Meçhulleri Araştırma Komisyonunun ve bağımsız kuruluşların açıklamalarına göre 18 bin dolayındaki insan kaybının açıklaması bu yönde.
İşte 20-25 yıl öncesinin köyde ya da kentte faili belli veya meçhul cinayetlere kurban gidenlerinin çocukları bugün o eski kentin / kentlerin mahallelerinin, sokaklarının gençleri, hatta orta yaşlıları. Siyasetin de gündelik ticaretin de hayatın da, sokağın da, ailenin de bireyi, figürü aktörü konumundalar.
Onlar artık Kürt Siyasetinin başat aktörleri, kitlesel katılımcıları, hesap sorucuları. Bu sebeple doksanlı yılların Kürt siyasetçileri "Bu sizin için son fırsat! Bizimle bu meseleyi çözmeye çalışın. Zamana yaymaya, söndürmeye, çözme gayretsizliğini ilke edinmeye gayret ederseniz! Ardımızda öyle bir gençlik geliyor ki! Korkarız bu şansı kaybedersiniz!" diyorlardı.
Nitekim bugün olan biten budur. Şehrin / şehirlerin sokaklarında hendek kazanları, barikat kuran gençleri tıpkı seksenli yılların "bir avuç teröristi" gibi algılayan gören ve imleyen zihniyet, koca bir aymazlık ve yanlışlık içinde.
25 yıllık zaman dilimi içinde, doksanlı yıllardan bu yana öyle bir öfke yükünün birikmesine vesile olundu ki, bugün artık çözüm ya da çözümsüzlüğün nereden tutulacağının da ipi kaçtı hatta koptu gibi.
Önceki gün dokuz günlük ve beşinci kezdir uygulanan "Sokaklara çıkma yasağı"nın "İkinci bir emre kadar" kaldırılmasının hemen bir kaç saat sonrasının sabah saatlerinde Diyarbakır'ın Sur İçine gittim. Eski adı Dağkapı, yeni adı Şeyh Said Meydanındaki polis arama noktasından kimlik ve üst-baş aramasından geçerek "öte tarafa" şehir ve sokak savaşının olduğu yere geçtim. Her yan, adım başı ve köşe başları ağır-hafif silahlı resmi-sivil polislerce tutulmuştu.
Köşe başlarında odun yığınları duruyordu polislerin yanı başında. Gece polis barikatlarının önünde yakılmış odun ateşinin har'ı hâla tütüyordu. Kum torbalı polis barikatlarının yanı başında adına "ufo" denen elektrikli ısıtıcılar yanıyordu. Sur içine girebilmiş gazetecilerin kameralarına sıkça "çekim yapmayın, bizleri kamera görüntüsüne almayın" uyarıları geliyordu polisten. Sur belde sakinleri, yoğun bir şekilde sırtlarında balyaları, elerindeki poşetlerde giysi ve kış zahireleri ile boyunları önlerinde çıkarken de üst araması ve kimlik kontrolünden geçtikten sonra kendilerini "güvenli bölge"ye sur dışına atmaya çalışıyorlardı.
11.Aralık.2015 itibariyle, tarihi kadimden zeyl kadim şehrin Suriçi görüntüsü şuydu ki; Devletin siyasal suçlar nedeniyle hüküm kestiği ama ertelediği Kürt yurttaşlarına uyguladığı "Denetimli Serbestlik" uygulaması, sanki Sur içinde ilanına ihtiyaç duyulmayan fiili ve sıkılaştırılmış kontrollü OHAL-Olağanüstü Hâl rejimine dönmüş / dönüştürülmüştü.
Doksanlı yılların başında "Olağanüstü Hâl Valiliğinin emriyle derhal köylerinizi boşaltın. İkinci bir emre kadar buralara giriş çıkışınız yasak" denilen günlerden tam 25 yıl sonra bu kez "İkinci bir emre kadar" sokağa çıkma yasağı kaldırılmıştı Sur içinde. Ama hemen yarın yeniden "ikinci bir emirle..." sokağa çıkma yasağının yeniden konulacağı görüntüsü zihinlere kazınarak...