Salı günleri benim ve Cihan başkanın görüşme günü, burada her şeyde olduğu gibi bunda da bir düzen kurulmuş. Aynur telefondan söyledi Selo Başkan’ın (Selahattin Demirtaş) göğsüyle ilgili bazı sağlık problemleri geçirdiğini, etraflı bilgi alamadan görüşme süresi bitmiş oldu. Yaklaşık dört lira ve yedi dakikalık görüşmen sona varınca ankesör kendiliğinden görüşmeyi sonlandırıyor.
Bir aydır tek başıma, televizyonsuz, radyosuz ve gazetesiz, periyodik olarak mazgaldan uzattığım tabaklara konulan yemekle ve sabah akşam sayıldığım yüksek güvenlikli, avlusu olan hücreme dönerken gözlerim doldu. Acayip bir kriz tuttu beni. Hızlı volta attım, kafamın içinde tam olarak ne var kestiremiyorum. Üzülüyor muyum, öfkeleniyor muyum, deliriyor muyum anlamıyorum. Gözyaşlarımı ellerimle durmadan siliyorum sanki biri görecekmiş gibi. Bize ağlamak yakışır mı?
Oysa daha dün abone olmak için başvurduğum Evrensel Gazetesi, Mıgırdiç Margosyan’ın “Hasso Falso, Vatandaşlar Meselesi” adlı yazısı makaslanarak gelmişti hücreme ve Selo Başkanla ilgili hiçbir şey yoktu.
“Belki daha önceden olan bu rahatsızlığı da önceki günlerde haber yapmıştır” diyorum.
Neyse ki Aynur, Selo Başkanın sağlık durumu ‘daha iyi’ derken kapanmıştı telefon. Biraz toparladım, yüzüme su çırptım. Aynada kendime baktım, sakalım da uzamıştı.
Daha dün gibi geldi aklıma Selo Başkanın televizyona çıkmaları. Televizyonları başında Selo Başkanı dinleyenler yavaş yavaş sokakta konuşmaya başlamış. Kimisi cami çıkışında sofulara anlatıyor, kimi bakkala ekmek almaya giderken bahsediyor, kimisi meyhanede, kadeh arası, lafını ortaya koyuyordu.
Türkiye baştanbaşa, fikri ne olursa olsun, konuşuyordu. Trakyalı, Egeli, Akdenizli, Karadenizli, Anadolulu herkes bu yeni ses, bu yeni soluk için övgüyle söz ediyorlardı. Tavlada, çay bahçesinde, üniversitede, liselerde, işçi vardiyalarında bir gündem halinde söz ediliyordu.
Yıllar yılı, kürsüye çıkıp artık kürsünün iflahını kazan Robotik siyasetçilere benzemeyen bir siyasetçi onlara farklı geliyordu. Bitmekte olan umutları biraz olan kıpırdamış, depreşmiş, kendisine gelir gibi olmuştu. Türkiye’de siyasi mirasın çok ötesinde; halkın dilinden, düşüncesinden, kederinden, sevincinden söz eden bir siyasi performans çiziyordu. Bilgisini, becerisini ve inceliğini yeni bir siyasi söylem sözlüğü ile tabana en ince detayına kadar, çarçabuk anlatabilen, hızlı yanıtlayan bir entelektüel kabiliyet karşısında nutku tutulan halk kesimleri durup durup düşünüyordu.
Çok geçmeden geçmişi ile ilgili bilgiler, meraklılarına geldi. Avukat, insan hakları savunucusu, bakkal çocuğu vesaire…
Sonra televizyonlardan türküler okudu, saz çalmaya başladı. Yani evvelden yatarken bile, kravatını çıkarmayan siyasetçi profiline hiç benzemeyen, bildiğin saz çalan, türkü okuyan bu siyasetçi Selo Başkandan başkası değildi. Zaten o sıralarda “Selo Başkan” oluverdi. Komşunun penceresine seslenen kadınlar da artık sohbetlerinin ilk başlığını yapmış oldular. “Vallahi saz çalıyor”, gördüm komşu: ‘Geçti dost kervanını’ okudu – “He kız, yakışıklıdır da ha, çocuk!”
Siyasetin, diğer kurumların yetersizliklerini, eksikliklerini konuşurken, öfke ile seçilmiş sözcüklerle hiç tanışmadan, öç alır gibi değil, bir öğretmen edasıyla, bir bilgin doğruluğu ile sadece halkın günlük konuştuğu kelimelerle bezeyip kuruyordu cümlelerini, yani başkası değildi. Halkın içinden çıkmış, halkın çektiği her ne varsa çekmiş, dertlenmiş, öfkelenmiş, sevinmiş…
Becerilerinin yarattığı güzellik, sokaktaki her bir kimseye konuk oluyordu. Bunun üzerine yapılan değerlendirmeler, karşıt düşüncedekilerde bile “helal olsun” alıyordu. Yiğidi öldürüp hakkını yiyenleri bir kenara bırakıyorum. Bencil, kendi dışında yaşam bilmeyen, yakasında ego tiki olan, iyi düşünmek istemeyen, elinde keseri, testeresi olanlar da çok değildi tabi. Bu tayfa da sinsi sinsi düşünüp duruyor, kaçan uykularını geri getirmenin telaşesi içindeler.
İnsan yeteneklerini engellemeksizin kullanmaya, ortaya çıkarmaya başladığında, faziletli bir doğrulukla karşılık bulabilirdi tabi ki. Tabi ki de bu yetenekli ve doğru paydayı benimsemeyen kimselerin ve fikirlerin yapacakları gizlide duruyordu.
Küçük de olsa, ulusal çapta yayın yapan organlarda propagandalara davet edilince, sinema, tiyatro salonlarında önceden rezervasyon yapmış gibi, kentli olsun, köylü olsun ev halkı başköşeye oturdu. Bir disiplinli ve örgütlü siyasetçi, edebiyatla, müzikle, kısacası sanatla da ilgiliydi.
Kim bilir karşı siyasetçilerde: “Keşke ben de senin gibi konuşup, yazabilip, çalabilseydim” diye iç geçiriyorlardı. Hatta belki de onlarda bir esin bile yaratmıştır. Tümüyle reddeden düz akıllı kimselere de diyecek bir şey yoktu.
Böyle kemikleşmiş, tabulaşmış, bu ya da öte dünyacı siyasetçi geleneğinden gelenlere benzemeyen; tamamen insanla ilgili şeylere, iyilikler, sevgiye, özveriye, çalışkanlığa, hümanizme odaklı bu siyasetçi aslında, döneminde küçük bir Rönesans depremi de yaşattı. Siyasette ılımlılık öğütleyen ve böylesi bir üslup tarz yakalamayı telkin ederken, aslında “hayt-huyt” la bir gelenek yaratan, halkın karşısına çıkarken kaşları çatık, dudakları öfkeli siyasetçilerin ruhlarına Fatiha okutturuyordu. Gülünce halka ödün vermek gibi algılanan çağ etkisi o tiplere karşın gülen, gülümseyen oldu hep Selo başkan.
Bu küçük çapta Rönesans, siyasete soluk aldırmaya başlamıştı başlamasına ancak; bu soluk başkalarının yıllardır aldığı soluk borusunu tıkayacağa benziyordu. Besledikleri bu soluk, sedasız kalınca tarihin tozlu raflarında bile kendilerine yer bulamayabileceklerini kestirenler elbette ki pozisyonlarını değiştirmeyi, gelenekçi siyaset kültürünü çok çok aşan daha radikal sertliği getirdiler ‘Orta Çağ’dan.
Bu sert coğrafyada belki de Selo başkan, reform niteliğinde bir akımın öncüsüydü. Hatta… Öncüsüydü. O bir siyaset matematikçisiydi. Durup… düşündüren, çözdüren Galileo’sudur. Azımsanmayacak derecede büyük bir başarıyı, Türkiye siyaset tarihine kazandırmıştır. Doğruluk ve bu eksende siyasetin felsefesini yaratan Descartes’dir.
İnsanların büyük bir bölümünde büyük bir etki yaratmış birinin üzerine amansız gidileceği, belli bir meseleydi. Tüm bu başarıları karşısında, karşı propaganda olması da kaçınılmazdı ki oldu.
Böylesi mert, sözünü sakınmadan söyleyen, bunun en aklımda kalan tarafı da, miting sahasında, otobüsün üstünde, o günün kara propagandasını yapan paçavraları mitinge gelenlere şikâyet etmesi ve bu günleri yaratmaya çalışan o paçavraları deşifre eden bir siyasetçinin peşini bırakmayacaklardı.
Duydum ki; kalbi ona arıza yapmış. İnanmadım. Gerçekten ağladım. Tuhaf bir hisse kapıldım.
Sonra kendi kendime dedim ki: Bu kadar insan seven kalp, ondan el çekmez. Daha onunla çok meydan dolaşacak ve daha onunla devrim yapacak o KALP!
Umut ve özgürlüğün dolup taştığı yarınlarda buluşmak üzere… İyi ki doğdun Selo başkan, iyi ki varsın!
03 Aralık 2019
Elazığ 2 No’lu Yüksek Güvenlikli