İçerde kalan yazılar: Artan İnsan Popülasyonu

İrfan Sarı

Dil ve din, insanları, halkları diğerlerinkinden ya da başkalarınınkinden ayırt eden özellikleri itibarıyla geçmişine çiviler. Buradan çıkışla başka bir sonuca çıkmak isteyeceğim bu yazımda.

Bütün olarak dil ve din olmazsa da, insanların kendi içinde çizdiği sınırlar, kazığı siperlerden vazgeçmesi öyle kolay olmuyor. Şüphesiz ki etrafındaki diğer teknolojik ve siyasal, kültürel değişimlerden etkilenmeye meyillidir ancak söz konusu siperlerini kolay kolay terk etmesi yakın gibi görünmez.

Popüler kültürün, cazibeli parıltısı o baş döndüren görüntüsü karşısında da hemen yelkenleri suya indirme taraftarı olmaz. Zaman zaman kendini aklayan küçücük kaytarmalara eyvallah diyebilse de genelde siperlerine bağlı ve sınırlarını koruduğunu görebiliriz.

Bir başka değişle yani düşüncelerin, yeni davranışların yerkürenin her tarafında, insan yaşamında önemli değişikliklere vardığını da söylemeliyiz. Bu kaldıkları, kendilerine ait hissettikleri o edinim, o alışkanlıklarından bir çırpıda çıkmalarına katkı sunmaz. Bunun başat faktörü, insan yaratığının bu noktada sıkıştırılması onu başkalarını dışlamaya ve kendine dost bildiklerinin yanına çekilmeye iter.

Düşünür, düşündükleri etrafına fayda sağlar inanışındadır. Günümüz aydınlanması bu konuda üzerine düşeni yapmıştır kanısındayım. Toplumla ilgili gelişmeleri başımız dönerek izliyoruz. Profesyonelleşmiş dünyanın, yeni kalmış bazı dünya parçalarına aynı isabetle ulaşmadığını da görüyoruz. Şüphesiz buna dair de bilgi dağarcığımızda bizi oyalayacak birkaç parça bir şeyler var ancak kati değil.

Mezopotamya sıcağında doğumu gerçekleştirmiş olan insanlık ve medeniyet aynı doğuşu elinde tutamamış gibi. Ana karnına düşen ilk döl ve toprağa düşürülen ilk tohumdan bu yana bir bakış bizi zorlu bir geri gidişe sürükleyebilir ama kaçınılmaz olarak bu taramayı yapma gereği duymak istiyor insan. Dicle ve Fırat havzalarının geniş bereketli topraklarında yetiştirilen tarım ürünlerinden, avcılık sanatına kadar, kavimler göçünden, tapınmalara, rahiplere, denizlere ulaşan ticaret anlayışına, oradan kimya-fizik kuramlarına ve nükleer çarkın dönüşüne kadar ulaşmamız, gezip geri dönmemiz, masamızın üstündeki bilgisayar, elimizdeki telefonla kolayca mümkündür. Bir o kadar da zordur. Domino taşları gibi birini kaçırmaya dur, gerisi ya üstüne devriliyor ya da bir pratikle başa dönüp tek tek ilerlemeye sürükleyebilir. Aksi halde eksik parça, seni götürmek istediğin yere bütün / tam olarak götürmeyebilir, eleştirel duruma düşürebilir.

Burada da kalmayabiliriz. Düşündüklerimiz, evrenin oluşumu on ya da on beş milyar öncesine götürüyor. Şayet evren bu tarihte başlamışsa, yaşam bu kadar erken bir tarihe gelip neden oturuyor. İlk insan öncesi var mıdır sorusunu aramıyorum, sadece bunu düşünmek istedim.

İnsan topluluklarının, doğayı yani ekosistemi nasıl değiştirdiğini, tarımı ve hayvanı nasıl evcilleştirdiğini aşağı yukarı biliyoruz. Yar ve yak sistemiyle başlayan, orman açma, açılan alanın bol ve bereketli ürün vermesini sağlayan ağaç yapraklarından başlarsak, orman bitkisini yani ağaçları keserek tarıma elverişli saha açmakla birlikte, ekosisteme ilk baltayı vurmuş oluyoruz. Açtığımız sahadaki ekin haline getirdiğimiz bitkinin de nasıl evcilleştiğine tanık olmuş oluyoruz. Bir iki daha ileri gidiyoruz, orman açma gereksinimi hangi neden doğru başlamıştı? Tabi ki üretimi artırabilen temel argüman insan popülasyonu olabilir. Başka bir deyimle, insanlar çoğaldıkça, beslenme ihtiyaçları da o nispette artış ister. Gerçi yaşadığımız çağın, teknolojik gelişim turları, göz açıp kapayıncaya kadar değişiyor. Telgrafın, radyonun, televizyonun neredeyse çöpe atıldığına yenidünya kuşakları tanıklık ediyor. Öyle görünüyor ki, bu hızlı gidişe çok daha fazla tanıklı yapmaya devam edecektir. Saydıklarımızın yanı sıra, saat takvim gibi zaman göstericilerini de küçültüp, cebimize koyabileceğimiz hale getirmişlikte bir tanıklık fotoğrafı olarak ortada duruyor.

Başka bir soru da geliyor aklımıza. Endüstri toplumundan, teknoloji toplumuna doğru hızla adım atılmış. Bu teknoloji ürünleri, artan popülasyonu tetikleyecek mi ya da tetikliyor mu?

Evet, galiba bu konuda da kendimize bu soruyu sormalıyız. Muhakkak ki verilecek cevaplar vardır. Ancak tatmin edici bir yanıt mümkün mü? Teknolojik atılımlar beraberinde bir Pazar ağı da istiyor ya da oluşturuyor. Bilebilmeliyiz.

Teknolojinin ve modern dünyanın yaratımlarına doğru hızla bir insan akını da var. Ortadoğu’dan, Afrika’dan, Uzakdoğu’dan da insanlar, legal ve illegal yolları arşınlayıp doğruca bu teknolojinin doğduğu ülkeleri mesken tutuyor. Modern dünya dediğimiz her ne ise, oraya doğrudan doğruya bu günlerin popüler söylemi haline gelen mülteci akını var. Hayatları pahasına çıktıkları bu uzun, meşakkatli, tehlikeli yolculuğa, insan tacirlerinin elinde hurdahaş olmayı göze almak için ne istiyor olabilir bu insanlar. Bu modern dünyayı bu kadar cafcaflı, çekici kılan nedir acaba? Karayollarında, deniz yollarında canlarını, sevdiklerini bırakmak, gittikleri ülkelerde onlara ne kazandıracak? Kaybettiklerine değecek mi daha doğrusu? Acaba kamu yönetiminde görev mi alacaklar?

Bir kere daha huzurlu, daha saygılı, daha özgür olmayı planlıyorlardır. Düşünüyorlardır. İnsan gibi yaşayabileceklerini varsayıp gidiyorlardır. Çocuklarının doğru dürüst bir eğitim alabileceklerini, her şeyin üstüne bırakıp hayatları pahasına bahis oynayıp bu dikenli yola çıkıyorlar.

Ya açlık? Evet, doğup büyüdükleri yerlerde karınlarını doyuracak imkân kalmamıştır. Ya savaş? Evet; etnik, dini savaşların, çatışmaların arasından çıkıp bu yola revan olmuş da olabilirler.

Beni asıl düşündüren, bu küresel emperyalizm ya da kapitalist modernite geri kalmış olarak değerlendirdikleri yerlerde ölümün, öldürmenin bu kadar ucuz olmasına neden göz yumuyor? avcunun içinde imiş gibi gözetliyor dünyayı. Böylesi bir sessizlik hızla yükselen insan popülasyonuna dair bir acımasız önlemidir. Artık insan hayatını uzatan sağlık devrimi de var ortada. Çin nüfusu alıp başını gittikçe, Hindistan’da geri durmuyor, ihtiyaçları karşılamak için dünya pazarlarını mesken tutmuş ABD ha keza nüfus açısından yükseliş içinde. On dokuzuncu yüzyılın ortalarından beri nükleer silah tehdidi neredeyse kullanılmayacak bir hava içindedir. Savaşların doğurabileceği bir yok oluş ihtimaline egemen dünya yanaşmayacaktır.

Yani insan popülasyonunun artışına yönelik alınmış doğum kontrol önlemleri gibi bir dizi çabalar öteden beridir var. Hatta günümüz dünyası bu konuda oldukça başarılı ancak her şeye rağmen önlenemez bir yükseliş var nüfusta.

Giderek tarıma ayrılan topraklar azalıyor, ormanlar tükeniyor, sanayi sahaları çoğalıyor. Belli oranda denizlere de toprak doldurup saha açılıyor. Deniz ürünleri, artan nüfusla beraber azalma kaydediyor. Hayvan varlığı azalıyor hatta nesli tükeniyor bazı canlıların. Çünkü yaşam alanlarını barbarca işgal ediyor insanlık. Ortadoğu denkleminde yine ve her zamanki gibi bir koyu savaş muhabbeti var, petrol ve diğer kaynaklar için yüzyıl projeleri yapılıyor. Ancak bir yandan da kıtalar arası uzakların da hükümdarlık planları var.

Korku, endişe, bekleyiş ve uzadıkça uzayan pazarlıklar, gövde gösterileri, gözdağları arasında durmadan artan insan rakamları, eksilen diğer canlılar, tükenmekte olan tarım oldukça düşündürmekte. Aynı zamanda tüketim alışkanlıklarında da değişimler bulunmaktadır. Fakat ürüne talep giderek artış kaydediyor.

Kavgasını verdiğimiz yaşamda yoksullar hep yoksul, kalburüstü olanlar hep kalburüstü mü olacak diye sormuyorum keza, büyük çapta, bu düzen böyle işliyor. Bunun böyle olmaması için verilen devrimci mücadele de soluk almadan devam ediyor. İşçi, emekçi proletaryası az da olsa sesini yükseltmeyi sürdürüyor. Kapitalist sisteme karşı verilen direnç durmadan çemberi kendi lehine çevirmeye didiniyor, anacak kapitalizm durmadan hayatımızın boşluklarından sızıyor. En kötüsü bir araya gelme olasılıklarının önüne daha aktifçe giriyor. Bunu da durdurmak lazım…

Gelelim pek duracağa benzemeyen insan sayısının artışlarına. Daha önce de söz ettik, belli bir takım önlemler var aslında, cinsel davranışlar da değişime uğruyor, bunun sonucunda da daha az doğum oluşuyor. Her şey oluyor aslında ama insan popülasyonunda düşüş gerçekleşmiyor, bunun sonucu olarak da kalabalıklaşan dünya, bu popülasyonun artışı doğrultusunda oluşan ihtiyaçları listesine eklemiş midir bilemiyorum. Gelecekte bu aktif artış karşısında, meydana gelecek ihtiyaç listesini hazırlaması kaçınılmaz bir gerçek olarak ortada apaçık duruyor.

Bilim dünyası, devrimlerini abartmadan sürdürürken, bu açıdan bir bakış sergileyip yol haritası koysa ortaya hiç fena olmaz. Benim gibi bir ayağı çukurda olan birinin merakına da cevap olmuş olur. Yeryüzü, ekosistemin tarihte görülmemiş bu insan kalabalığına kendini nasıl uyarlayacağını ve nasıl kucak açacağını ileriki zamanlarda görebiliriz, keza bugün için gördüğümüz bir şey yok. Bence bu artış, bu değişiklik bu çağın ya da bu dönem dünyasının titizlikle önüne koyacağı olağanüstü bir olgu olmalıdır.

07.11.2019

2’Nolu Kapalı C.İ.K. / C-26

ELAZIĞ

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.