Bilirim iç kanamayı…
Böğrüne kadar kan dolar göğüs sepetine, birden taşar gözlerin ritmi, ansızın değil yavaş yavaş çeker bedenden sıcaklığı…
Bir şehir gibi yıkılır insan…
Bütün uzuvlar birbirinin elini tutar ama yıkılır işte yan yana evler gibi.
Bir şehir gibi yıkılır ve devirir bütün yakınlarını.
Kimliği ile sevdasını destan eyler…
Acı giydirilmiş bir çocuğun okul sırrını babasından saklamasıdır iç kanama…
Yani karın duvarına gelip dayanan bir tsunami…
Dağların arasında unutulmuş bir denizin kıyılarına dayanır gibi.
Yaşadığı yere benzemektir.
Toprağı gibi içine içine dolmuş kan pınarı.
Havası gibi bir harici gaz ile doldurulan.
Yani boğuk bir bulut kütlesinin karnına doluşmuş karartıdır, yağar üstüne üstüne tüm nehirlerin.
Baygın, ölü, tarumardır.
İçinde kalleşçe dolaşan bir düşman akını, atsan atılmaz.
Dudaklarını dayayıp yarasının tam ağzından kana kana içmeye keşke der ve iki nefeste olsa uzatır ömrünü dünyanın.
Gözün aydır dünya, tutulmuş muhitimde…
Bakarsan yırtılır insanlığın,
Seren sermiş üstüme betonları, sen görme…
Okullar, mahalleler, köprüler, hastaneler, evler bir bir çöker üstüme…
Sende örtün içi pas tutmuş kan kuşağı, köpük köpük, salya sümük.
Uzak bir şehrin olmayan balkonundan gözlerim hiçbir şeyi görmüyor.
Benim yarama karanfil ekin.
Biraz Van gölünden içirsinler susamışlığıma.
Elleriyle dizlerini döver yine analar, elleriyle beşiğimi sallar gibi uyutur,
Uyurum, uyanamam sonbahar uykusundan.
Kalbim bir daha atmaz.
Elimi gömmeyin ama açık kalsın parmaklarım,
Dört mevsim, yedi kıta, mavi gök, bütün doğa bu sana vedam olsun.
İçim kanıyor çünkü…
Bütün doğal felaketlerden daha felaket bir faşizm var.
Sorma!
Bütün felaketlerden daha katmerli kanıyor içim.