Sömürgecilik “süpürgecilik” diye yazılmıştı duvara. Tabi “kahrolsun sömürgecilik” birden süpürgecilik olunca anında günün alay konusu olunmuştu kasabada. Çünkü bir şeyler alaycıda olsa hizaya sokulmak isteniyordu.
Gençlerin cebinde muştaları, zincirleri, dar gömleklerin yakasının dibindeki cebe iliştirilen filtresiz birinci sigaraları, fiyakalı yürüyüşleri, çalımları, kendine güvenleri ve en önemlisi bellerindeki onlarca kez okunmuş kitaplarıyla seslerini boş ve zor ayakta duran derme çatma duvarlara yazdıkları sloganlarla güçlü tutmaya çalışmaları bazen böyle hizaya gelmeyen imzalarla da atabiliyorlardı.
Ama sırf o yıllar değil tarih hep böyle insanları hizaya getirmeye çalışmıştı. Bunu tarih sayfalarını yoklarken ya da dinlerken bir türküyü, bir şarkıyı, bir kêlam’ı buluveriyorsunuz.
Mesela dinler tarihini okurken insan hep hizaya sokulmak isteniyor.
Bütün mesele sözüm ona özgürlük içindi yani kafaların içine kurulan tel örgüyle çevrili karakollar bile özgürlük içindi.
Özgürlük hizaya gelmekle sağlansaydı eminim 12 Eylül barbarlığı en iyi özgürlüğü sunardı halka. Hiç tartışmasız 12 iki eylül barbarlığı insanları hizaya getirmekte en aşağılık en çirkin yöntemleri uygulamaktan geri durmamıştı.
İnsanın sınırsız tahammülünü sınayan ve giderek iğrençleşen yönetim kadrosunun kendiside hizaya geldiği şüphesizdi. Bir üstüne karşı aferin alabilmek için güvercin taklası atmaya razı altlardan ve en üstte duranın yanına hizaya gelerek gitmeye çalışan onların üstleri.
Egolarını tatmin etmek için insanları bok çukurlarında tutmak, farelerle aynı tabutluğa sokmak, dışkısını yalatmak, elektrik vermek, insanı hayvanın parçalayan içgüdüsüne terke etmek, coplamak, makat arası tahta revan yapmak onlar için sıradandı. Ama bilmedikleri bir şey vardı onlarda hep sıradan ve sıradaydı bir başka değişle el pençe hizadaydı.
Bir üstüne karşı aferin alabilmek için, içinin insan yanını yakan altlar bunu sözüm ona özgürlük için yaptılar.
Üstekilerde özgürlük için yaptıklarını sandılar.
Çünkü özgürlük kavramı onlar için mutlak egemenliğin altında kalmaktı. Çünkü alt üst ilişkilerinden doğan kişilik sorunları onların özgürlük dediği günlerinde önlerine çıkıyordu. Bir türlü ellerini şapka selamından kafalarını da baş selamından kurtaramıyorlardı. Hem de hizaya geçerek.
Yağmur yağarken, kar tozarken, yılbaşı eğlencelerinin ışıltıları yükselirken onlar hep hizada durmak için çaba içinde oldular. Hizaya geçme beyinlerindeki karakolda hiç çıkmadı dışarı.
Doğal olaraktan başkalarına yaptıkları da bundan ibaret oluyordu.
Nüfus idaresinden, meteoroloji müdürlüğünden ya da icra dairesinden belge almaya gidin yine hizaya geçmeniz söylenir. Hatta verginizi vermeye giderken bile hizaya geçmeniz sağlanır. Kolluk kuvvetleri için söylenecek bir şey yok zaten.
Yol boylarında o bildik görüntüler hizaya geçme görüntülerdir.
Okullardakini aklım almıyor. İnsanı işleyen ve en çok hizaya geçmekten huzursuz öğretmenlerin bile çocukları ve gençleri hizaya getirmek için yaptıkları aklımı tekmeliyor.
Gel gelelim o öğretmenler kendi çocuklarını yani öz be öz çocuklarını da hizaya getirmekten kendilerini sakınmadılar.
Hala hizaya geçirmekte direnen sayısız öğretmeninde var olması ürkütücü.
Ama anlıyorum şu günlerde meseleyi.
Onların eğittiği insanlar bakanda olsalar, hakimde, savcıda, başbakanda birbirini hizaya getirmeye çalışıyor hala.
Baksanıza birbirlerini dinlemek için yarışa girmişler.
Halkı dinlemek çocuk oyuncağı, kendilerini dinlemeye başlamışlar. Polis, asker, mit oturduğu yerden dinleyip herkesi hizaya getirmeyi ne güzel başarıyor.
Yaşasın dinlenilen özgürlük, ne diyelim.
Yaşasın süpürgecilik…
“yaşasın kötülük”…