Hınç, intikam ve bilinç

İrfan Sarı

Temmuzun kavuruculuğu şu küçücük şehrimizde biri genç, diğeri çocuk iki canımızın alınışına bir canımızın yaralanmasına tanıklık etti. Adı Husret… Adı Kemal…

Yıl olmuş 2020, yani uzay çağını geçmişiz.

Ama bizim hala “Kan davamız” devam ediyor.

Birbirimizi vurmak için bahanemiz hazır. “Öç!”

Öç almak için niye bu kadar aç olduğumuzu Allah’ın bir kulu söylemez, söyleyemez. Niye birbirimize düşman olduğumuzu dahi bilmiyoruz. Gözümüzü kırpmadan, aynı pınardan su içtiğimiz, aynı meyve ağacındaki meyveyi yediğimiz komşumuzun canına kıyacak onu katledecek kadar cani olduk mu?

Birbirimizi sevmeyi başaramamış ve davranış biçimlerimizle kötü örnek olduğumuz çocuklarımıza ebeveynlik etme iddiamız, iddiadan öteye geçemiyor. Biz intikam peşinde koşacak kadar hırs yapmış adeta, dellenmişiz!

Kişi ya da kişilerin kendi aklınca adaleti sağlamaya kalkışırken, ortalığı nasıl kana buladığına, gözyaşına terk ettiğine, ateşi düşürdükleri yerin nasıl yandığına birlikte şahitlik ediyoruz, asırlardır.

“Yüreğimi soğutacağım” derken, aksine, öç alma vakti gelinceye dek, öcü için güç toplamak amacıyla o acıyı dipdiri içinde taşıması, yaşamaya, yapmaya, vermeye harcayacağı güçle o hırsı beslemesi, en sonunda da (belki de en fenası) kendini maruz kaldığı kötülüğün aynısını (hatta daha beterini, keza bu kez taammüden işlemiş) birisi olarak buluvermesi. Bu, kendini sürekli yeniden üreten hikâye coğrafyamızın trajedisidir. Bu hikâye, kurban ile zalimin sürekli yer değiştirdiği ve sonu olmayan toplumu içten çürüten bir kötülük halidir. Yürekteki irin bedene yayılınca, kötülük bir iz/leke gibi büsbütün görünür olur. Öç, karşıdakinin bedenine kurşun dökmekle bitmiyor. Yayılıyor.

Çünkü ölenle birlikte, anne, baba, kardeş, abla, eş, komşu, arkadaş yani şehirler dolusu insan ölüyor. Yaralanıyor. Bilinmez ya da bilinen öfkeler, acılara kalıyor. Toplum kanarsa, şehir can çekişir. Zira, öç aldığını sanan kişi; kendi ailesini, anne, baba, eş, çoluk-çocuk, eş-dost-akrabasına korkunç bir yük bıraktığını bilemez. En barizi insan öldürmekle “cani” olduğunun farkına bile varamaz. Böylece öç ve hınçla işlenen her ölüm, sadece ölen için bir sondur. Yaşayanlar için yük ve utançtır. Sonsuza kadar sürer bir utanç hem de…

***

Ömrümüzün sonuna kadar endişeyle, tedbirle, kâbusla, korkuyla iç içe yaşama mahkûm olmayı niye bu kadar pervasızca istiyoruz anlamıyorum?

Sandığımız kadar uzun olmayan ömrümüzün üstüne adeta beton dökerek aslında öç aldığımızı sanıyoruz. Oysa kendi elimizle yaşamımıza ceza kesmiş oluyoruz.

Yaşanamaz hale getirdiğimiz hayatımızla birlikte ailemizin/ailelerin, komşuların hayatlarını da zehirliyoruz.

Yerkürenin her yerine bakın, okuyun, sorun soruşturun, öfke sularında çözüme kavuşmuş hiçbir gerçeklik yoktur. Akılla, bilimle, hümanizma ile mutlu olmayı geleceğe umutla yürümeyi öğrenebiliriz ancak.

Bu yüzden acıyı, öfkeyi, öç almayı, kan davasını, birbirimizle didişmeyi, birbirimizle kavgayı bırakmalıyız. Hayatımızdan silahı, kurşunu uzak tutmalıyız. Kurşun gibi kuru, sert söz ve söylemleri kullanmamalıyız. Kendimizi iyiye, güzele angaje etmeliyiz. Barışmaya meyletmeliyiz. İntikam ve öç arzusu, dünyanın en kolay ve hızlı yayılan duygularıdır. Ama zor olan barışmak ve barıştırmaktır. Herkes intikam hırsının peşine takılıp gidebilir, ama herkes gerçekten barışamaz.

Oğlu Arik’i çatışmalarda yitiren Yahudi baba Yitzhak Frankenthal işlerini bir kenara bırakıp ömrünü barışa adar ve şöyle der: “İnsanlar yaşananlara tamamen duygusal açıdan bakıyor ve intikam istiyorlar. Ben de öyle. Ama benim intikamım barış olacak”

Yani hadise şudur; evimizin içindeki yangını söndürmek, ancak ve ancak bizim işimiz. Baba Yitzhak gibi atıp bir kenara öfkeyi, yaramızı sağaltmak için barışmaya yemin etmeliyiz. Ben bu iradenin ailelerin içinden çıkmasını bekliyorum. Her şeye rağmen kendi sarılmalarını kendilerinin sağlayacağına inanıyorum. İnsanlar düştükleri çıkmazdan kalkmayı duygusal değil düşünsel olarak yine kendi saklı güçlerinden ilhamla sağlarlar. Her insan, en zor zamanlarda toplumu pozitif etkileyecek bir güç hormonlar inancındayım.

Elbette kanunlar dairesinde suçlu ve adalet yargısı işlemelidir.

“Düşün, uzay çağında bir ayağımız,
Ham çarık, kıl çadırda olsa da biri
Düşün, olasılık, atom fiziği
Ve bizi biz eden amansız sevda,
Atıp bir kıyaya iki zamanı
Yarının çocukları, gülleri için..”

Ahmed Arif ustanın “Uy havar” şiirindeki bu pasaj bana hep etki etmiştir.

Evet, Husret’i ve Kemal’i bir daha geri getirmek imkânsız.

Ama yüreğimizin sazından kopan iki teli tamir etmek için onların anılarını yaşatmak ve tanımsız ve biçimsiz öfkeyi susturmak üzere adaletli olmalıyız. Bilip bilmeden konuşmamalıyız.

Ezcümle; öç, genç bedenlere kurşun sıkmakla alınmaz. Öfkeye, nefrete, kine, cehalete rağmen af etmek ve barışarak sevgiyle alınır.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (14)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.