Sakınmadan, söyleyin; kim çiğner beşeri kanunları, insanoğlunun yapmış olduğu yasaları?
Ezeli ve ebediymiş gibi ve doğanın yasaları dururken insanlar tanrı adına kanunlar yaptı, sınırlar çizdi ve kendilerini bu kanunların, sınırların içine hapis etti.
Ve dayattılar bu kanunları her ruha, her canlıya, yaşamın harmonisine habis.
Doğmadan isim koydular her şeye, her ruha; giysi giydirdiler henüz doğmayana, kişiliğini hazırladılar…
Ama iki tür benlik çiğnedi, takmadı, tanımadı bu kanunları, bu yasaları: Deliler ve Dahiler!
Ötekidir bunlar sıradanın, normalin arasında. Ve bunlar şairleridir yaşamın. İkisi de birbirine yakın ve aynı öze sahip… Nüans ise, biri sabrını kontrol etmeyi bilir öteki değil… Belki de bu bir seçim, kim bilir?
Leylekler getirmedi bunları elbette. Fakat saf sevginin eseridir bunlar. Çölün ortasında rengârenk çiçeklerle bezenmiş bir vaha misali, ılıktır yürekleri.
‘Deli’dir bunlar bizlere göre, dehlizlerde gezerler... Oysaki onlar bizden daha hassas, daha aydınlık. Ve idrağımızın ötesindeler…
Ülküleri yoktur para pul biriktirme gibi. Ne kandırmak var ruhlarında ne de kapmak. Yaşama inat, Aden cennetinde sözcük sürgünüdür bunlar. Sessizliğin tenhasında…
Ki Onlar, aklın ve ruhun tepesinden gelirler bize. Biz aşağılardayken... Ama biz onları görmeyiz, duymayız ve hissetmeyiz. Sözcüklerimiz öldürürcesine bayat, sıradan… Onların ruhlarına isyan her şeyimiz vesselam…
Ilık bir rüzgâr gibidir hisleri, sözcükleri zemheri ayazında.Sakınmazlar sevgiye, hakka ait sözcükleri haykırmaktan. Ve doğar doğmaz “göğsünün bir yanında sevgi, diğer yanında ise hassasiyet oturur” bunların. Ve bu ikisidir, kendine, yaratıcıyaen yakın insan.
Ruhu yeni sözcüklerle beslenen nice şair, nice bilge var ki sürgün olmuş, canından edilmiş bunlar gibi... Mani’nin, Hallacı Mansur’un yüzülmedi mi derisi?
Issız çöllere sürülmedi mi Baba Taher, çarmıha gerilmedi mi İsa? Baldıran Zehri ile zehirlenmedi mi bilge Sokrat? Ve elbette daha niceleri…
Leyla, Mecnun aşkı gibi değil bunların sevdası. Yaşamın harmonisinden gelen O, fırtınaları, görür ve hissederler. Ya da yüreklerimizi kasıp kavuran o özlemleri…
Derler ki cehenneme gidecekmiş bu meczuplar âşıklar ile mestler gibi… Oysaki külliyen yalan, hurafe… Eğer buysa durum zaten yaşatıyor onlara cehennemi sıradan yaşam.
Islak, nemli bir çimendir yürekleri sıcak bir aşkın ateşinde. Ve belki de ozanın dediği gibi, ‘dudaklarını kutsal ateşle yıkamış’olanlardır bunlar aşktan bahsedebilmek için…
Ki sevdaları büyüktür bunların, dolayısıyla aklımıza isyan. Ve korkmazlar sevmekten, sevginin kucağı dikenlerle dolu olsa bile.
‘Âşık bir nefer açlıktan, aç kurt ise çobanın heyheyinden korkmaz’ gibisinden.
Lakin dağlara sarar bunların sevdası. İlime, bilime, edebiyata, sanata… Ve belki de bir kaçıştır bu tavır, İnsanların hoyratlığından. Kim bilir?
“Eğer benim matemimi kahkahaya, tiksintimi coşkuya, aşırılığımı normale çevirmek isteyen varsa; ona düşen, bana insanlar arasında adaletli bir yönetici, dürüst bir kanun koyucu, bilgeliğiyle amel eden bir dini lider göstermektir’ der başka bir şair…
Melek ruhlu olsa bile, matemdir sonunda saf sevgiyle yoğrulmuş bir ruhun sevdası bu nobran dünyada… Ve belki de öldü sevda, kırıldı kalem, ölümlü bir akrostiş şiir gibi…