Kendimi bildim bileli Türkiye'de siyaset paranın verdiği güçle var oldu. Ayakta durabilmek için hem muhtaçtı hem yolsuzluğun kurnasıydı.
Ötekileştirmenin üzerine kurdukları siyaset kalelerinin içinde saltanat sürdürdüklerini sanarak askerin kurmalı saatlerine benzediklerini de söylemeliyiz.
Yani asker istediğinde onları tutuklayıp bir adaya kapatıyor gerektiğinde de siyasetin tepesine oturtup kravat ağalığı yaptırıyordu.
Siyaset kendini yönetecek siyasetçileri hep arayıp durdu. Boynu bükük bu arayış bir türlü istediği namuslu ve istikrarlı siyasetçilere ulaşamıyor ve durmadan hükümetler kuruluyor darbeler gerçekleşiyordu.
Her on yılda bir askerin postallarının altında inleyen Türkiye en çok Kürtleri dağladı, en çok Kürtleri sürdü, ceza evlerine koydu, kaybetti, astı…
Ama diğer muhaliflerde bu kan ve şiddet sarmalından kendilerine düşen payı aldılar.
Hep tek tip bir halk, sürü organizasyonunda dolanan tek millet pratiği koydular ortaya.
Cumhurbaşkanlarının tepesinde asker, başbakanın çalışma ofisinde erbaşlar eksik olmazdı. Bu gün dahi bu çok değişmiş diyemeyiz.
Adına vesayet denilen yöntem, şimdilerde biraz değişmiş bile olsa asker dediği dedik olmaktan alıkonulamamış. Bir gece yarısı uçaklarla kaçağa giden Kürt köylülerini ve gençlerini Kürdistan’ın tam orta yerinde paramparça ettiler.
Siyaset kurumu o kadar zavallı olmuş ki; sokak onlar için tehlike ifade ediyor. Sokak lambaları altında kişi başına polis mekanizması geliştirdi bu kez.
Kâbe’yi tavaf için bile sürü sürü güvenlik komandolarıyla yol alıyorlar.
Şüphesiz ki bu komedi siyaset kurumunun iflasıdır.
İşte bu nokta da siyaset yapabilecek, halk gibi davranacak, halkla kalkıp halkla yatan hatta halkın aldığı nefes kadar halka yakın siyasetçileri Türkiye halkları cımbızla arayıp durdu. Ama her seferinde kazan yalayan siyasetçilerden gerçek siyasetçilere ulaşamıyordu.
Siyasetin kabusu Türkiye, bir gün uyanıp yolsuzluklardan, hırsızlardan, komploculardan, kaset siyaseti yapanlardan kurtulmuş olduğunu görebilme umudu taşıdı hep. Sakin bir yurttaş hayali kurmaya çalışan yurttaşların kan beşiğinde eline kan sıçradı her seferinde.
Kendinden olmayanı kabul etmediği gibi, kendine benzettiği kişileri de kullandığı kadar kullanıp bir kenara paçavra gibi atıyordu.
Türkiye cezaevleri ile dolup taşıyor ve bu ceza evlerinde insanlar ömür tüketiyor.
Üniversiteler faşist gurupların hegomanyasında üretimden arındırılmış ve bilgiden yoksun hale siyasetin bağnazlığından dolayı geliyordu.
Bu noktada bekleyiş ve arayış cumhuriyeti yüz yaşına taşıyordu.
Tam bu yaşta Kürtlerin bin bir emekle büyüttüğü siyaset; Türkiye halklarının ışıltılı yıldızı olmaya başlıyor.
Bu kez Kürtler rollerini görkemiyle sahneliyor.
Kendilerinin umutları ile birlikte Türkiye’de yaşayan diğer halkların da umudu olmaya başlıyor.
Ve bu tarih yedi Haziran genel seçimlerini gösteriyor.
Parti olarak seçime girme kararı cesurca ve aslında olması gerekendir.
Bu cesur siyaset kurumu yıllarca faşizmin vandallığı altında inim inim inlemekten ezilenlerin umut hanesine şerefli bir gelecekte vaat ediyor.
Türkiye’nin korkunç karanlıklarından bu siyaset kurumunun gerçek halk siyasetçileri aydınlığa doğru taşıyacak.
Görülecektir ki; gelecek ilmek ilmek HDP siyasetçilerinin yalın, reel, toplumun merkezine dayalı kabiliyetleri ile umudu aşıp topluma katman katman yayılacaktır.
Onları tanıdıkça, siyasetin ne kadar hilesiz ve duru olduğunu da tanıyacak toplum.
Bu gün HDP için talepler artarak sürüyorsa, bu HDP nin halktan kopmayışı ve halkla birlikte iktidara yürüme sabrının sonucudur.
Sabırlı bu yürüyüş kendini dinlemeyi, kendine inanmayı öğretti.
Şimdi o sabırlı-meşakkatli yürüyüşün taçlandırılması zamandır.
Türkiye de umudunu yitiren, inancını yitiren, sömürülen, hor görülen herkesin bahçesi olmaya başladı HDP.
İnançlı mücadelenin hasadı yedi haziran.