1980’lerden bu yana Türkiye Kürdistanı’nda eşit koşullarda olmayan bir savaş hüküm sürüyor. Bir yanda devlet var. Bütün gücüyle adeta bir başka ülkenin ordularına karşı savaşıyormuşçasına askeri, politik, finansal, toplumsal, medyatik vs bütün yöntemleri kullanarak. Öte yanda ise sahiden bir avuç gerilla gücüyle silahlı politik Kürt siyaseti.
Elbette bu eşit ve adil olmayan koşullarda yürütülen şiddet dozu hayli yüksek ve bedelleri çok ağır ödenen savaşın, en büyük mağdurları sivil halk oldu.
Milyonlarla tarif edilen insan, yerinden yurdundan zorunlu göçe mecbur kaldı. Kırsal coğrafyadaki verimli toprakları çorak “dağyurdu” oldu. Toprakları, işgalci kimi para-militer güçlerin (korucu ve benzeri) yasadışı kullanım alanlarına dönüştü.
Kayıplar, faili meçhuller, aleni infazlar, onlarca yıldır tutsak tutulan mahpuslar ve milyon dolarlarla telaffuz edilen ülke kaynakları.
Bugün biri çıkıp da otuz küsur yılın insana değen çetelesini çıkarmaya yeltense bu savaş halini yaşamamış birinin hayal gücünün sınırlarının hayli zorlandığı bir film senaryosundan söz edildiğini zannedebilir.
Hani çok bilinen bir anlatıdır. Adamın biri Diyarbekir Adliyesinin duvarı dibinde daktilosunun önünde dilekçe yazmayı bekleyen şahsa yanaşır ve savcıya bir dilekçe yazdırmak istediğini söyler. Dilekçeci talep edene sorar; ne yazayım, derdin nedir, diye. Vatandaş anlatır, “köyüm boşaltıldı, evim yakıldı, yıkıldı. Zar zor ailemle şehre bir göz eve sığındık. Çocuklarım perişan halde” diye.
Arzuhalci yazar dilekçesini. Sonra da usul gereği yüksek sesle okur. Okuması bittiğinde vatandaşın ağladığını görür. Niye ağlıyorsun, diye sorduğunda, yanıt ironiktir. “Ben ağlamayım da kimler ağlasın. Bunca iş benim başıma gelmiş meğerse!”
İnsana dair felaket, telefat bu da!
Daha ötesi ne peki, diye sorulabilir.
Haw, Kemal Varol’un Jar kitabından sonra ikinci romanı. Mikasa adında Arkanya’lı bir köpeğin gündelik hayat içinde sıradan bir sokak köpeği iken, savaşın tarafı Kürt partisinin kapısında bekleyen Melsa adındaki dişi bir köpeğe olan aşkı ve sonrasında zaman zaman arka planında, kimi kez de fiili olarak savaşın içinde hatta tarafında olunan hikâyenin bizatihi kendisini anlatıyor.
Jitem, Korucular, faili meçhuller, güpegündüz infazlar, kontralar, Hizbullahçılar, Gerillalar, sıradan insanlar ve bütün bu insana dair savaşın içinde köpeklerin konumlanışı Haw’ın hikâyesinin omurgası olmuş.
1990’lı yılların zor günlerinin panoraması adeta bir film şeridi gibi akarken Diyarbakır şehir merkezine yakın noktada kurulan Köpek Hayvan Barınağındaki yaşam da hikâyeye malzeme olmuş.
Latin Amerikalı yazar Jose Mouro De Vasconselos’un hayvanı, doğayı insan gibi konuşturarak bir tarz yaratmasının, fiili bir savaşı köpekler üzerinden anlatısının özgün bir çalışması olmuş Kemal Varol’un Haw romanı.
Kürdistan’da yürütülen kirli savaşın acımasızlığının sadece insanı değil, bütün canlıları, doğayı da nasıl tahrip ettiğini, yok ettiğini edebiyatın güzüyle okura sunmuş Kemal Varol.
Kemal Varol; kuşakdaşı Murat Uyurkulak gibi, Uyurkulak’ın Tol ve Har isimlerini koyduğu romanlarının üç harfli tercihine sanki katılarak edebiyatında ısrara karar vermiş görünüyor; önce Jar, şimdi de Haw romanlarıyla.
Sanırım Haw tercihine dair de birkaç kelam etmeli. Türkçe vurguda köpeğin Hav diye ses çıkardığı bilinir. Bu sebeple daha çok Kürtçe alfabeden tercihli Haw vurgusu uymamış gibi. Kürtçe edebiyatta köpek Hawlamaz, eft, eft ediyor denir. Bu sebeple eğer köpek sesi kitaba isim olacak idiyse Hav daha uygun düşerdi.
Ve Varol’un bir başka tercihi de dişi köpeğin ismi! Melsa, 1990’lı yıllarda Kürtlerin önemli bir yayınevinin ismiydi. Keşke Kemal Varol köpeğe başka bir ad seçseydi.
Tabi bütün bu çapaklara rağmen; Varol’un Haw romanı Kürdistan’daki savaşın farklı bir cephesini köpekler üzerinden anlatmayı denemiş olması açısından okunmaya layık bir edebi metin ortaya çıkarmış.