Dünya gövdesine açılan terörist saldırıda çok kan kaybetti dün.
Bu işlenen cinayetlerin Türkiye'de gerçekleşen Suruç, Diyarbakır, Ankara cinayetlerine benzerliği de dikkatlerden kaçmadı.
Cizre, Şemdinli, Varto, Yüksekova, Silopi, Silvan, Sur kentlerinin de kolluk kuvvetleri marifetiyle sivillere dar edilmesi ve ardı ardına sivil cinayetlerin işlendiği merkezler olduğunu da unutmamak gerekir.
Birbirinin uzantısı ya da uzantısı olmadığını zaman gösterecektir belki; onun tartışmasın da değilim.
Fakat giderek aydınlanmış, insanca yaşama taraftarı kesimlerin hedef tahtasına oturtulduğu geçeği ulu ortadadır.
Arap baharı denilen o geçmiş zaman, Türkiye kaosuna terk etmiş kendini.
Türkiye'de de siyaset bu kaos zeminine batmış, kendine rota etmiş gibi.
Muhalifleri devlet olanaklarıyla susturmayı meşru hale getirmiş adeta.
Kendinden olmayan farklı sesleri barajın altında bırakmak,
Televizyonları kapatmak ya da el koymak,
Gazeteler yönelik operasyonlar yapmak, yöneticilerin gözaltına almak ve tutuklamak günübirlik işleyişe dönüşmüş.
Her haber bültenine baktığında kamuoyu bir gariplikle karşılaşmaktadır.
Mutluluğun bir kibrit çöpüne dönüştüğü zamanlardayız anlayacağınız.
Sivillerin, sokağa çıkma yasağı ilan edildiği kentlerde katledildiğini, “terörist” ilanlarıyla meşru kılındığı haber bültenlerinin ve gazetelerin sidik yarışı da almış başını gidiyor.
Ve umulmaz bir şekilde kabul görmüş iktidar yüzdeleriyle karşı karşıyayız.
Kafa kesen taşeron şirkete (IŞİD), tırlar dolusu sevkiyatların yapılması sonucu, bu cinayetlerin işlendiği daha net açığa çıkıyor.
Bir yandan, hurilerle ve cennetle ödüllendirilmiş şirket üyeleri çoğalırken bir yandan da bu şirketin envanterine tüm silahlar kaydediliyor.
Öte yandansa dünyayı bilimle, sevgiyle, özgürlükle buluşturmak isteyenlere yönelik kanlı planlar tertip ediliyor.
Düşünsenize; savaşın içinde kalan çocuklara resim boyama kitapçıkları, oyuncak götürmek isteyen çoğu yirmili yaşlarda genlerin içine dalıp kendini patlatanları.
Ya da Tiyatroda sanatın ruhuna kapılanları silahla tarayanları.
Barışı isteyenleri, katletmek için yarış içinde olanları.
Yani, sağır Sultan’dan tut, kör Kayıkçı’ya kadar.
Herkes bu insan düşmanı topluluğunu tanıyor!...
Giderek saldırganlaşan ve giderek insan olan ne varsa onu hedef alan bu şirket tertibatının yaptıkları karşısında üzüntüye kapılan insanlık.
Dünya bu kadar çaresiz mi?
Kentlerinde direnen Kürtleri görmeyen dünya!...
Tolstoy der ki: “Bir insan; acı duyuyorsa canlıdır, başkasının acısını duyuyorsa insandır.”
Yani Kürtlerin acısını duymayan dünya bu kadar çaresiz mi?
Yoksa çaresiz değil de dünyanın bu yeni imajının ortağı mı?
Ortadoğu’nun orta yerinde petrol kokusu altında oluşan bu cinayet şebekesinin oluşumundan global dünyanın habersiz olma gibi bir ihtimal var mı?
İhtimal olasılığı nedir?
Kan-gözyaşı, tecavüz, kölelik, insan alışverişi, silah, barut, insan kellesi dolu toprak parçasından, kana susamış canavardan oluşan bu cinayet şebekesinin ahtapot gibi her yere uzanan kollarının ihtimali nedir?
Yoksa herkesin haberi var da kimse bu cinayet şebekesine karşı cesaretli adım atmak istemiyor mu?
Nedir sahi bu açık seçik durum?
Dünyayı yönetmek böylemidir?
Para vererek katil mi kiralıyorsunuz?
İnsanlıktan ne istiyorsunuz?
Kan sıçrıyor dünyanın üstüne, devlet devlet susuyorsunuz. Sustuğunuzun bedeli bu kadar ağır işte. Bu kadar ağır bedeller veriyor insanlar.
İsterseniz uyanın!