Başlarken şunu söylemek gerekiyor: Türkçeye zorla değiştirilmiş “Kavaklı” ismiyle Marinûs çok özel bir Doğa panayırıdır.
Uzun yıllardır boşaltılan köye arada bir hasret gidermek için giderdi köylüler. Ben de köylerinden zorla göçertilmiş ve bu göç sonucu Gever’e gelip yerleşen, arkadaş olduğum Marinûslülerle 2005’in Haziran ayında köye gitmiştim.
Zap suyunun kendine akış kodu yaptığı vadiden ilerlerken, bir yandan da yüksek dağların, kayalıkların içine açan güçlü ağaç gövdelerini, has habitatı hayranlıkla seyrediyoruz.
Kaya tabakalarının muhteşem bir uyumla, dizgiyle oluşturduğu Doğa mühendisliği olan Şine Dağının geçit bölümüne yapılan iğrenç beton köprünün üzerinden geçerken, Marinûse bir adım daha yaklaştığımı his etmeye başladım.
Şine Dağının arkası, tıpkı bir Tabiat Atlası gibi açıldı önümüze, evet, bir atlasın sayfaları arasında gezintiye çıkmış gibiydim. Her anı, her bakışı, her görünümü ressamın fırçasından ya da profesyonel bir doğa fotoğrafçısının deklanşöründen çekilmiş fotoğrafı andırıyordu.
Bimro Mevkisine geldiğimiz de, Hesenê Îsib’i andık.
Qela Mawenis az ötedeydi. Kani Rusarg, Nawçela Yaylası, Şule Dağı, Çelacang TEPESİ, Asteng şelalesi karşılayacaktı bizi… Nitekim karşıladılar, bir günü birlikte geçirdik, suyunu kana kana içtik, havasını ciğerlerimize armağan ettik.
Marinûse o günden sonra daha da gidemedim.
Politik nedenlerden dolayı, boşaltılan aslında insansızlaştırılmaya çalışılan Marinûs, zaman içinde birilerinin iştahını kabartmıştı. Bu enfes Coğrafya parçasındaki topraklar, içindeki element yoğunluğu nedeniyle sermayenin gözünü almıştı. Burada ki Maden, Cevher her ne ise yereldeki merkezi yönetim ve meslek örgütlerince de pazara kavuşturulsun isteniyordu. Bu gün ki sessizliklerinin anlamı da buradan anlaşılabilir.
Türkiye'deki yönetim değişikliğinden sonra, buralardaki Maden sahaları uzun yıllara yayılan kiralamalarla ticari cazibeye dönüştürüldü.
Hikayesi içinde saklı bu ticari potansiyelin Kürde ceza, memlekete tahribat olduğunu öğrenmek zaman aldı. Ama günün sonunda anlaşılmışa benziyor.
Halk, bu coğrafyaya açılan maden sahalarının, sav edildiği gibi kalkınmaya (Zenginleşme) neden olmadığı aksine doğada tahribat yaratıldığını yaşadıklarıyla pratikte gördü.
Kiralanan saha, zamanla mücavir alanlara da sıçrayarak, adeta köstebek yuvası gibi delik deşik edilmiş.
Hakkâri’nin Güney Batısında dağlık bir alandır aynı zamanda Marinûs. Doğasıyla oynandığı zaman çorak bir toprak parçasından öteye gidemeyeceği gibi, yaşam merkezi cazibesinden de kopacaktır. Erezyonu, çökmesi, taşkını artacaktır.
Habitatı, endemik bitki dokusu, vahşi hayvanların doğal barınakları topyekûn bu maden ocağının sömürüsü sonucunda yok olacaktır.
Madenler ve madencilik faaliyetleri bulundukları alandaki en önemli ekonomik faaliyetlerden birini teşkil edebilirler. Bu nedenle de bulundukları alanlarda yaşayan insanların ekonomilerine büyük katkıları da olabilir. Ancak bu avantajlarının yanı sıra dezavantajları bulunmaktadır. Toprak, su, hava ve gürültü kirliliği, atık problemi, bitki örtüsünün tahrip edilmesi ve biyoçeşitliliğin azalması, faunaya zarar verilmesi ve faunanın göçü, arazinin bozulması ve sağlık problemlerinin artması bunlardan bir kaçıdır.
Her şeyden önce toprağa bırakılan ağır metal yüklü atıkların dolaşkanlığı sonucu suya kavuşması muhtemeldir bu da tahribatı inanılmaz boyutlara taşır. Suyun habitatındaki canlıların zarar görmesi gibi suyun etrafında yaşamını sürdüren canlıları da zehirler, hayat fonksiyonlarına doğrudan etki yapar. Eti, sütü, peyniri, yemekleri başta olmak üzere, sofraya serilen yaşamsal tüketimlerin tamamı bu nedenlerden dolayı insan yaşamının kalitesine olumsuz etki eder.
Bölge aynı zamanda hayvancılık bölgesidir. Küçükbaş hayvancılık ata geleneği ve ekonomik gelirin ana unsurudur. Arıcılık ha keza bölgenin yükselen üretimlerindendir. Balın besin değeri, içerisindeki karbonhidrat, mineral, proteinler arının beslenme çeşitliğine bağlı olarak değerlenir. Bu hayvanların beslenme sahaları da söz konusu madenciliğin kapsam alanlarıdır.
Sözün özü, birkaç sermayedara kurban edilmeyecek kadar önemlidir bu topraklar. Getirisinin ötesinde kapsadığı zarar öngörüldüğünde köylülerin başlattığı nöbetin de önemi açığa çıkmaktadır. Köylüler sadece oradaki habitata, doğal yaşama, kendilerinin ve çocuklarının geleceğine değil aslında tüm insanlığa karşı işlenen suça isyan ediyor.
Bu isyan masum ve haklıdır.
Bunu anlamak için, Google’de arama motoruna sorarak ulaşılabilirsiniz. Maden ocaklarının, bulundukları alanlara verdiği zararları kronolojik olarak görebilirsiniz. Söz konusu maden ocağı dışında da maden ocaklarından geriye kalanları bir bir görme şansınız olacaktır.
Çocuklarınızın ve torunlarınızın geleceğini düşündüğünüz gibi yaşadığınız toprakların geleceğini düşünmek ve korumak insanidir. Hele hele Marinûs Maden ocağının ve işletmecilerinin, köylülerin karşısına getirdiği bölük bölük askerden başka hiçbir getirisi yokken bu duruşun ne kadar insani olduğu kâfi ispattır.
Bir Kızılderili sözü şöyle der: Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.
Hal budur.
Doğaya verdiği tahribat daha derinlikli ve daha onarılamaz boyuta erişmeden bu maden ocağının doğaya ve doğada yaşayan canlılara olan saygıdan dolayı kapatılması gündemden düşürülmemelidir. İşletme ruhsatının dışındaki mücavir alanları işgal etmişse, maddi manevi zarar tanzim edilmelidir.
Doğa bilimcilerinden oluşan bir kurul, maden çıkarılma aşamasında, bitki florası, canlı yaşam habitatının uğradığı tahribatı rapor etmelidir.
Ayrıca doğanın şimdilik sabırlı davrandığını ancak sabır taşının çatlayabileceğini aklımızdan çıkarmamalıyız.