Hakkari coğrafyası; Van gölünün güney kesiminde Başkale'den (Elbak) Dukok’un kuzey doğusundaki dağlık alana kadar olan (Warê Hekaryan) bölgenin adıdır. Merkezi de bugünkü Hakkari (Cunemêrg-Çölemerik) kent merkezidir. Roma’dan Büyük İskender'i bile bala gelen arı gibi kendisine çeken çok verimli toprakların, çok bereketli MEZOPOTAMYA NEYNOVASININ paltosu Hakkari coğrafyası.
Coğrafik ve jeolojik yapısı nedeniyle tarih boyunca bir çok kültüre ev sahipliği yapmış bu bölgede kilimler, çeşitliliğin zenginlik olarak yansıdığı öğelerdir. Hakkari kilimleri, sadece desen ve motif yönünden değil, aynı zamanda dokuma tekniği açısından da dikkat çeker.
Hayvansal gıdalar dışında da, insanlar için büyük bir zenginlik kaynağıdır küçük ve büyük baş hayvanlar. Mezopotamya ve platosunda önceleri sadece postu kullanan insan, daha sonra yün ve yapağıyı değerlendirmeyi akıl etmiştir. Postun üzerindeki yünleri kırpıp sıkıştırarak KEÇE'yi yaratmış daha sonraları yünleri yıkayıp eğirip bükmeyi becermiş ve bulunduğu coğrafyadaki çeşitli bitkilerle boyayarak dokumaya başlamıştır. Ovalardaki yerleşim birimlerinde dört duvar arasına yaşayan topluluklar oturma odaları ve misafir odaları için hantal ve ağır dokuma halıları tercih etmiştir. Geçimi hayvancılıkla olan ova ve dağ, köy ile yayla arasında sürekli hareket halinde olan Kürtler ise düğümlerle dokunan ağır halı yerine hafif ve ince geçkili dokumalı kilimleri tercih etmiştir. Kilimler halı yerine kullanılabilmelerinin yanında, hafif ve ince oldukları için yatak ve eşyalarını sarıp denk yapılmasına, kışın soğuk evlerde yorgan üzerine battaniye olarak kullanılmaya elverişli, katlanabilen bükülebilinen hafif dokumadır. Bu da hareket halindeki yöre Kürtlerinin neden kilime değer verip tercih ettiklerini göstermektedir.
Kilim dokuması daha çok göçebe veya yarı göçebe bir hayat yaşayan toplulukların vazgeçilmez bir kadın el sanatıdır. Bu haşin ve bakir coğrafyadaki dağlık bölgelerde kar vardır. Karın olduğu yerde su ve ot vardır, otun olduğu yerde daim et ve hayat vardır. 2000'li yıllara kadar Valiliklerce hazırlanan Hakkari ve Van il yıllıklarına bakıldığında Hakkari Platosunun küçük baş et deposu olduğu söylenmektedir. Bu coğrafyada yaşayan insanlar sürekli hareket halindedirler. Kışın sıcak ovalara veya sıcak vadi tabanlarına iner, yazları da kar ve otlakların bol olduğu serin yaylalara çıkar hayatlarını sürdürürlerdi. Bu aynı zamanda hayvanlarıyla birlikte var olabilme mücadelesinin de bir parçasıdır. İnsanla hayvan arasında karşılıklı bir alış veriş söz konusudur. Yazın alev alev yanan ova ve vadi tabanlarının alev alev yandığı yaz günlerinde karlı dağların yaylalarında serin suların suladığı meralarda ot vardır, çiçek vardır, meraların olduğu yerlerde hayvanlar aç kalmaz. Hayvan aç kalmayınca da süt verir, peynir verir yağ verir, yün yapağı verir. İnsanın da sırtı pek karnı tok olur.
Coğrafik koşulların insan üzerindeki etkisi bilim tarafından da ortaya konmuştur. Örneğin antropologlar, soğuk ve sıcak iklimlerin insanlarda meydana getirdiği oluşum ve değişimlerden bahseder. Etnolojik tahlillerden de anlaşıldığı gibi bir kavmin veya bir topluluğun psikolojik yapısının ortaya çıkarılması bile coğrafi koşulların değerlendirilmesini gerektirir.
Yüksek dağları, yaylaları, hırçın akarsularıyla Hakkari yöresinin doğal ve bakir güzellikleri sadece hikayelerde, destanlarda, türkülerde, şiirlerde değil, doğa kadınlarının bir ressam edasıyla dokudukları kilimlerde de çıkar karşımıza.
Uzun kış aylarında toprak sıvalı odalardaki minnacık bir delikten (Kulek) sızan bir ışığın önünde kilim dokuyan kız ve gelinler yayla günlerinin özlemiyle Gülşêni demiştir dokuduğu kilimine. Yüksekova'dan Çukuca'ya gelin giden Pınyanışlı gelinin GEVER ovasının özlemiyle dokuduğu kilimine GÜLGEVER ismini koyması da bu nedendendir işte.
(Devam edecek...)
Hakkari Mezopotamyanın platosu,et deposuydu son yıllara kadar. Et deposu olur da karın doyumluğu olmaz mı bu haşin coğrafyada.
Taa Van Gölünün güneyinden başlar, Başkale ve güneyde Duhok'un Kuzey doğusundaki dağlara kadardır Hekaryan Platosu. Daima buralarda kar var. Karın olduğu yerde ot vat et var, kürk var, hayat var.
Cilo Silsilesinde GEVEROK dağları. Buzulları ve buzul gölleriyle ünlüdür. Sınırlar belirlenmeden öncesine kadar insanlar yaz günlerini buralarda, kışı ise Duhok ve Musul ovalarında geçirirlerdi..
Bazı yıllar Temmuzun ortalarına kadar bile bir buzul parçasının üzerinde karpuzunuzu veya kavununuzu kesebilirdiniz.
Yüksekova'daki Sat Gölleri 1970'li yıllarda Temmuz ayı ortalarında hala kar var. Bu yaylalarda otlayan hayvanların etini ve sütünü, yününü, yapağısını varın siz düşünün. Benim en büyük hayalim bir gün burada birkaç odalı bir dağ evi yapmaktı.
Daha düne kadar kışı vadi tabanlarındaki evlerinde geçiren Hakkarililer ilk baharın ilk günlerinde katırlarına yükledikleri eşyalarıyla sonbahara kadar kalacakları yaylalara çıkarlardı.
Bu fotoğrafı 1980'li yıllarda Yüksekova'nın IŞTAZIN köyünde çekmiştim. Katırın sırtındaki insanların boyu kadar otların boyu. Böylesi otlaklar olur da insanları mutlu olmaz mı? Bu bolluğun bu bereketin içinde.
Vadiden yaylaya gidip gelenler olduğu gibi yüzyıllardır kışı ovalarda yazı ise platodaki yaylalarda geçiren Kürtlerin az bir kısmı da olsa hala bu yaşam biçimini devam ettirmektedirler. Fotoğraf Bitlis deresindeki Koçerlerden.
İlk bahar veya sonbaharda yolunuz Bitlis deresine düştüğünde muhakkak bu sürülerle Koçer sürüleriyle karşılaşırsınız. İlk baharda Bitlis'e doğru, Sonbaharda ise Siirt’e, Diyarbakır'a doğru gittiklerini görürsünüz.
Evet koyun insanları besliyor ama insanlar da son baharda geceli gündüzlü koyun için çalışarak, kışın koyunun karnını doyurmak için ot yığmak zorundadır.
Ömrü bu dağlarda çobanlıkla, koyunlarıyla geçmiş hayvanlarını çayıra salan SAT'lı çoban zevkinden elini kulağına atmış “Bêrivanê” türküsünü söylemişti bize. O, bize bir tas harika koyun sütü vermiş biz de ona pörsümüş birkaç salatalıkla birkaç domates vermiştik.
Yaylalar padişahların da kralların da saraylarından daha yüksek yaylalar. Hakkari köylüsünün yaz boyu sefa sürdüğü kara çadırlı yaylalar. Buralarda bir kara kıl çadırın altında serin bir gecede dünyaya gelmek büyük bir ayrıcalıktır bence.