Kiçikê (kîzikê) got
Wey pismamo, bê mirweto
Rêka te li bajaran keto
Ketek xilxal,cotek bazin
Li kil û kildan çi qîmeto
Bersiva kûrikî
Dema kûrmam çu karwanî
Ketek xilxal,cotek bazin
Kil û kildan li gel dermani
Morî mircan ristik bê qîmeto…
Yukarıda bilezikli, halhalı, boncuk mercan ve sürmeli söylemlerden küçük bir örnek verdim.
Hâlbuki uzun yıllardır Hakkari yöresinde M. Arif ve Tahsin Taha’ların söyledikleri stranlarda da, boncuk mercanlar, küpeler (Gûharê Heyderî) kınalar, sürmeler (Kilê Sîpanî) bol bol söylenir… Sık sık dilediğimiz ve folklorumuzun omurgasını oluşturan stranlarımızdaki söylem ve tasvirlerle bile çok güzel bir halk oyunları (Folklor) ekibi oluşturmak mümkündür.
Hani biri çıkıp, hadi gözlerini kapatarak bana bir Kürt kızını gelinini tarif et dese..
Hemen, “Başında kofi (kesrevan) şearı, örük örük saçlı, lüle lüle zülüflü, gözleri sürmeli, gerdanı renk renk mercan ve boncuk ile dolu, renga renk, kırmızı dallı budaklı kıras fistanlı, hatta 8-10 fistanı üst üste giyme adeti ile el bilekleri bocuk ve gümüş bilezikli ayak bilekleri halhallı, Ceylan bakışlı, keklik sekmeli…” diye anlatmaz mısınız?
Öyledir Kars’tan, Diyarbakır’a, Hakkari’ye kadar.. Ama kofi bağlama biçimleri ile coğrafik etkenlerden dolayı bazı değişikliklerin dışında, Kürt kızlarının, gençlerinin folklorik renk biçim hatta zevkleri biri birine çok benzemiyor mu?
Bir toplumun kültürünü ağacın gövdesine benzetirsek, folklor da ağacın bir dalıdır.
Halk oyunları(dansları) ise o dalda bir dalcık gibidir. Yarışmalara hazırlandığınızda da peşinen diyorsunuz ki,
-Atalarımızın, dedelerimizin, babamızın, annemizin genç günlerindeki örf adet gelenek ve görenekleriyle oluşan giysi ve takılarıyla, aksesuarlarıyla ben o günün gerçek bir görüntüsünü sizin gözlerinizin önüne sererek sizleri gerilere götürüp sizden puan almağa adayız diyorsunuz. Zaten ana amaç da budur. Eski gelenek ve görenekleri, oyunları, giysileri, aksesuarları unutmamak ve nesilden nesile ulaştırmak, yaşatmaktır. O gün bir oyuncunuzun dişi ağrıdığı veya yavuklusundan mesaj alamadığı için oyuna uyum sağlayamayabilir, bunları doğal karşılamak lazım ama giysi ve takıların mazereti yoktur. Buna bilinçli Hakkarili geçler göz yummamalı, alet olmamalı.
Bırakın kadınların kızların gözlerini sürmelemelerini, daha düne kadar erkekler hatta beyler ve ağaların bile gözlerini sürmelediklerini gördüm… İlk yıllarda bunu ben de yadırgıyordum ama aradan geçen yıllar, okuyup bilgi edinince, Hakkari dağlık bölgesinde ki ultraviyole ışınlarının göze ve beyine zararlı olabileceğini öğrendim.
1970’li yıllardaki bir anımı anlatmadan edemeyeceğim. Hakkari’de bilinen ve sevilen ve ara sıra gözlerini sürmeleyen M.E. arkadaşla birlikte Van yolculuğumuz olmuştu. Dairedeki işlerimden dolayı da Köy Hizmetlerindeki eski arkadaşlara birlikte uğramıştık. Eski arkadaşlar manalı manalı bize bakıp kıkırdıyorlardı. Çok samimi olduğum biri kulağıma eğilerek “Abi senin huyun mu değişmiş ne ? Nerden buldun bu nonoşu.”demişti. O gün hiç sesimi çıkarmadım ama daha sonra onlara, zararlı ışınlardan dolayı erkeklerin de Hakkari’de sürme çekmesi gerekli ve adet olduğunu anlattım…
Hakkari Çukurca yöresinde her gencin kulağının arkasında her zaman ya bir reyhan dalı veya sigarası vardır. Hatta Çukurca yöresinde oyunlarda sigara molası için oyuna ara verilmeden eller çözülür omuzlar hizalanır, tütün keseleri açılır sigaralar sarılır ve herkes sigarasını içinceye kadar yavaş bir tempo (rölanti) ile adeta yerinde say yapılır, sigaralar bittikten sonra da coşarlar adeta ZAP gibi, nefesin yetiyorsa ayak uydurabilirsin yaşlısına…
Burada ayrıca cemedani yani başa kartal telesi(tüyü) takma geleneği de vardı.
Hayvan leşlerini götürüp Semedar, Geraşin, Çelêdugûh dağlarına bırakırlarmış akbabalar, kartallar gelsin leşin başında didişsinler dökülen kanat ve kuyruk telelerini (tüylerini) alıp düğünlerde, şenlikli günlerde başlarındaki dersokların bir yanına takmak için. Hatta birlikte çalıştığımız H.S. anlatmıştı, düğünleri olacakmış, düğünde başlarına takacakları sükseli kartal tele(tüy)lerinden olmadığı için bir hayvanlarını dağa götürüp kestikten sonra akbabaların ve kartalların leşe gelmesini beklemişler ve birkaç tele edinip başlarına taktıktan sonra gönül rahatlığı ile düğünlerini yapmışlar.
Doğrudur. Bu gelenek Asurlarda da var diyenler olabilir ama bu insanlar yüzyıllardır aynı bölgede aynı köyde birlikte yaşamadılar mı?
* * *
Yılan derisi, pullu, kurteli, Barzan, Talabani, 2004, tül kadife, 2007, parlak gibi kumaş ve model deyimleri bugün Hakkari-Van yöresinde MODA OLAN kadınların giydikleri KIRAS-FİSTAN’lar için söyleniyor. Bunlar ticari amaçlı moda ruhu ile oluşan renk ve isimlerdir, zenginlik özentisi içinde olan aileler bu yarışa girmişler. Daha pahalısını giyme yarışmasıdır bunlar. Moda, insanlara neyi ne kadar satma mantığıdır. DÜN VARDI BUGÜN YOKTUR, BUGÜN VARDIR YARIN OLMIYACAK tabi ki..
Moda kelimesi Dünyanın küçülmesi ile birlikte yöremize dilimize girmiş, ürünleri ise bazen yıllık bazen de mevsimlik olabiliyor. Bazen bazı ülkelerde fırtınalar estirdikten bir yıl, bazen de bir yıldan fazla bir müddet sonra diğer ülkelere, diğer bölgelere ulaşabilir bu ticari amaçlı kelime.
Modayı bu konuda uzman olan insanların fabrika ve imalathaneleri avuçta tutma tüketicileri de teşvik etme, yöneltme hatta mecbur etme amaçlı bir esintidir. Ama FOLKLOR oluşumu coğrafyadan, iklimden kaynaklanan ihtiyaçlar, aksesuarlar, renkler ise yüzyıllar içinde var olmuş, vücut bulmuş, kalıcı olmuştur halklara Kürtlere ve bugüne kadar gelmiştir.
Hatta bu ahlakta da böyledir, edepte, huyda, karakterde de böyledir…
Moda ile folkloru birbirine karıştırmak yanlıştır. Bunu yapmak da, buna göz yummak da vebaldir.
(Devamı bir sonraki yazımda…)
Kürt Folklorunda makyaj güzelliğinin en başında sürme gelir. Sürmesiz genç bir Kürt kızı gelin olmazdı düne kadar. Dağlardan akan kuru derelerden minnacık siyah tanecikler toplanır bunlar iki taş arasında veya bir havan içinde pudra haline getirildikten sonra göze sürülürdü. Eski stran ve şiirlerden de anlaşıldığı gibi, Süphan dağı (Kilê Sîpanî)eteklerindeki tanecikler daha siyah olduğu için ünü diğer illere de yayılmış.
— Hakkari yöresinde çocuğundan, kız, kadın ve erkeğine kadar herkes son yıllara kadar sürme çekerdi. Fotoğraftaki Ferman amcayı tanıdığımda 80 yaşları civarındaydı. Saçları ve kaşları beyazdı ama bıyıkları ve gözleri (sürmeli)siyahtı hep. Kısa kollu gömlek giymeme ve şapkasız güneşte gezmeme kızardı, “-Beyniniz sulanacak”derdi. Bunu Hakkari yöresinde çok yaşlıdan duydum. Onlar zaten kep böyle kalın giyinirlerdi, hatta yazın zemheri sıcağında tırpan çekerken bile ter içinde kalırlardı ama cemedanilerini çıkarmazlardı. Bende neden sonra gerçektende fazla güneşin beyin arterlerini etkileyerek, zihin gücünün azalmasına bunama (Alzheimer)-(xirifîn)hastalığına sebep olacağını öğrenecektim.
Makyaja hazırlık
Bu çocuklardaki saç biçimlerinin ikisine gençliğimizde Kürt tıraşı veya Kürt örükleri denilirdi. 18-20 yaşlarına kadar erkek çocuğunun başına bir tas ters konur ve onun etrafı tıraş edilirdi Tepedeki saçlar beyini güneşten korurdu…
Saçın uzun olanı daha ilgi ve dikkat çekici, onu süslemek de gerekli, kalçalara kadar inen ve uzun saç görünümünde olan bu ipek (Kezi-Gûlî) el yapımı saçlar, Diyarbakır, Mardin ve Halep’teki Ermeniler tarafından üretiliyordu.
Son 35-40 yıla kadar da Kürt gençleri böyle tıraş olurlardı. Bu tıraş biçimi, alnın üst tarafında uzatılan saç bir övünç vesilesi idi. Temûrî, bijî, Gulalî veya cuncik denilen bu genç tıraşı biçimine ilaveten YEZİDİ Kürt genci buna ilaveten enselerinde uzattıkları saçlarını örüyorlardı. Bugün moda diye sokaklarda böylesi tıraşlılara rastlamıyor muyuz? Yarışmalara katılan Hakkari gençleri de pek ala böyle bir tıraşla illerini temsil edebilirler.
İpek kofilerin sarı veya beyaz simli kumaşla (şear)lari da gayrimüslimler tarafından dokunuyordu. Hakkari yöresinde KESREVAN olarak adlandırılan bu kofilerin diğer bölgelerde bağlama şekilleri ayrı ayrıydı. Sarkmalı gümüş (Guharê heyderî) ve ortası kırmızı boncuklu bir DOD her genç kız ve gelinin hayalini süslüyordu. 6-7 yaşındaki her kızın burnu delinir ve nişanlanacağı güne kadar burnunun delinen yerine bir çöp takılır, nişanlanacağı zaman damadın ailesi tarafından getirilen HIZMA buruna takılırdı. Sabah evden dışarıya, çeşmeye giden kızı hızmalı görenler onun nişanlı olduğunu anlarlardı. Yani hızma bu günkü alyans yüzük yerine ELBASTI (desteser) nişanıydı. Bugün iyi yapışkanlarla burun delinmeden de halkoyunları yarışmalarındaki kızlar çeşitli (xizêm şor) hızmalar burunlarına yapıştırıp puanlarını arttırabilirler.
Boncuk-mercan Kürt kızlarının sürme ve kınadan da fazla sevdikleri ucuz takılar. Zaten eskiden katır ve eşek sırtında köy köy dolaşan çerçiler en çok boncuk, mercan, el aynası, tarak ve toka gibi takılar satarlardı. Daha doğrusu, yün, yağ, peynir, mazı veya meyan kökü gibi şeylerle değiştirirlerdi. Hatta bu gün Van ve Hakkari gibi yerlerde ticarette söz sahibi olan bazı ailelerin evveliyatları bu çerçiliktir.
Renga renk tokalar Uzun BİSK’e takılırdı tabi. Ama Hakkari’nin bazı kesimlerinde kızlar bisklerini, nişanlanmadan kulaklarının ön kısmına almazlardı, alanlara da (canı koca istiyor) gözü ile bakılırdı. Uzun bisklerine güvenenler günde birkaç kez elini ıslatarak, bisklerini lüle lüle yaparak arkadaşlarını kıskandırıyorlardı.
Bugün moda olan pahalı kumaşlar yerine çiçekli, basma ve divitin gibi kumaşlar hem folklorumuzun asıl renklerini oluşturuyor hem de artan para ile diğer takılar temin edilebilir.
80 yaşlarındaki bu insanı köyün içinde bastonunun yardımı ile yürürken görmüştüm. Bir müddet sonra köydeki düğün yerinde gittiğimizde gözlerime inanamamıştım, bastonu bir tarafa atan ihtiyar delikanlı bileklerindeki levendileri ile değil oradaki insanlara adeta köyü çevreleyen dağlara meydan okuyordu…
Buyurun size önemli bir belge. Yine Hakkari’nin çevresinden: Önceleri bu insanların çok fakir oldukları için elbiselerini yamadıklarını sanmıştım ama ama bir köy evinde yanımda oturan ve yepyeni elbiseli birinin dizindeki yaması sökülmüştü bende o güzelim el dokuması Şal Û Şepık’ı güve vurduğunu sanıp yamanın altına bakmış ve hayrete düşmüştüm. Çünkü yamanın altında ne bir delik vardı nede bir çizik. Çok şaşırmış ve sormuştum, “Keko senin şurandaki kumaşta ne bir delik var nede bir yırtık. Sen bu yamayı neden diktirmişsin şuraya?” Cevabı şöyle olmuştu: “Enver bey elbisemin her hangi bir yerinde her hangi bir yırtık yoktur ama bizim aşirette adettir, biz önce kibirlenmeyelim diye ve de nazara gelmeyelim diye yeni aldığımız elbisemize bile birkaç renkli yama dikeriz. Bize bakanın dikkatini o yamalara yöneltiriz” Gençler buyurun size Hakkari’nin dışında hiç ama hiçbir yerde rastlanmayan folklorik bir görüntü.
Bu görüntüdeki ekip, kuşak (şutik)leri ve ayakkabıları dışında o günlerde benden not almıştı.
Mesela Hakkari’de, Yüksekova, Ağrı, Bitlis veya Van’da bir sokakta veya bir caddede her hangi bir insana elinizdeki elmayı, portakalı hatta muzu uzatsanız, elinizden onu alıp soyup yiyer mi acaba? Asla! Ama ister Hakkari’de ister Van’ın Cumhuriyet caddesinin en kalabalık yerlerinde değil sıradan bir insana, ağasına, beyine, efendisine hatta Belediye başkanına elinizdeki uçkun (rêvas-ribês) destesini uzattığınızda, hemen uçkunları elinizden alıp kabuklarını soyarak şapur şupur yiyeceğini görürsünüz. İşte coğrafya kaynaklı, folklorik yaşam içindeki bir alışkanlıktır bu.