Geçtiğimiz hafta sonu (20 Ağustos 2016) Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi’nin (DİTAM) “Eşitlikçi ve Çoğulcu Demokrasi Ağı Platformu” Projesi ekseninde sivil toplum örgütleri ile bir çalıştay yürütmek üzere Hakkâri’deydik…
En son iki yıl önce 2014 ilkbaharında “Kürdistan’da Sivil Toplum” kitabımızın partneri Nurcan Baysal ile birlikte gitmiştim Hakkâri’ye. Kitapta yer almasını tasarladığımız Hakkârili ve Yüksekovalı sivil toplum örgütleri ile birebir mülakatlar yapmıştık. Hakkâri coğrafyasının “nabzı”nı sivil toplumculuk ekseninde ölçmüştük.
Geriye dönüp baktığımda fark ediyorum ki; sadece Hakkârili stk’lar değil, kitapta yer alan bölgedeki stk’ların büyük çoğunluğu pek de iyimser konuşmamışlar.
Adeta 2015 ve 2016’nın ön okumalarını 2013 ve 2014’den dillendirmişler gibi. İki yıl öncesinden sürecin bu şekilde iktidarın iki dudağı arasında adeta tek taraflı olarak yürümesinin hayli zor olacağının ön uyarılarını yapmışlar.
Doğrusu bir kez daha 2015 Mayıs’ında yayınlanan “Kürdistan’da Sivil Toplum” kitabımıza gönderme yaparsak! Nisan 2015’den bu yana tökezlenen / tökezletilen hatta tahrip edilen süreçte yayınlanmış olan kitabın tartışması ve verileri gündemleşebilseydi keşke! Çok büyük sonuçlar çıkmayacaktı belki! Ama kim, ne zaman, ne demiş anlamında tarih konuşacaktı sanki!
Ama olmadı. Kitabın yayınından hemen iki ay sonra Haziran 2015 seçimleri akşamı sonrasında ülke adeta bir yeni felaket çağına evirildi. Kitabın yayını da amiyane tabiriyle “güme gitti”. Hayli şahsiyete ulaştırılmasına rağmen 912 sayfalık kendi alanında tek çalışma olan bir alan eserinin üzerinde neredeyse hiç konuşulmadı…
Aslında bugün yeniden DİTAM ekseninde “Eşitlikçi ve Çoğulcu Demokrasi Ağı” konuşuluyorken istedim ki yeniden “Kürdistan’da Sivil Toplum”a referans vereyim.
2015 Haziran seçimlerinden sonra sürdürülen fiili savaş hâli nedeniyle ülke adeta o çok bilinen kavramsallıkla “Akıl Tutulması” çağına girdi.
Hukukun çok da kendini ispat-ı vücut edemediği bir zaman dilimi içinde Sivil toplumculuğun esemesi dahi okunamayan bir sürece evirildik.
Sivil toplumculuk sanki kendini “tüketmiş” bir ruh halini yaşıyor. Tükenmişlik sendromuyla birlikte yanına ümidini kaybetmeyi de eklemiş gibi.
İşte böylesine ümitsiz bir hâl ortamında belki de Hakkâri topluma ince bir sivil ve muhalif “ders” vermiş gibi…
Bilindiği üzere Hükümet 22 Ocak 2016 tarihinde dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun ifadesiyle Hakkâri ve Şırnak’ı ilçe, Cizre ve Yüksekova’yı İl yapacağını dile getirmiş sonra da zamana yaymıştı.
Başbakan Davutoğlu bu sözleri edişinin üzerinden kısa bir zaman sonra görevden azledildi. Ama karar demek ki alınmıştı ve Temmuz ayında süreç başlatıldı.
İşte tam da bu süreçte Hakkâri aslında ülke tarihinde olmazı olur yapmayı başardı. Bu garip ve tuhaf ülkede “Toplumsal Muhalefet”in sesine göre “yanlıştan dönme” iktidar(lar) tarihinde muktedir davranışı olarak pek de görülmüş işler kabilinden değil.
Hakkârili sivil toplumcular ve kanaat önderleri büyük ölçüde siyasi tavır alışlarından azade kalmak kaydıyla sahici bir diplomasi çalışması yürüttüler. Halkın haklı mücadelesinin talepkârlığında saklı bir çaba ile haklarını iktidara kabul ettirdiler. Ve tabii bu haklılığı sahici bir meşruiyet üzerinden gerçekleştirdiler.
Kimilerine göre il iken ilçe statüsüne düşürülmek, ya da il olmak veya tekrar il hakkını kazanmak pek de anlam taşımayabilir. Ama mesele Hakkâri gibi yüzlerce yıldan bu yana Mirler Divanı olmuş! Söze anlam biçilmiş bir coğrafyadan ve dahi coğrafyanın sadece alınlara yazılı değil hayatlara da hükmeden kader olduğu gerçekliğinden söz ediyorsak bu mücadele daha çok anlam taşır.
Hakkâri bir sivil toplum dersi verdi anlayana…