Bir sergi, adı fotoğraf sergisi, ama sergiledikleri ve paylaştıkları fotoğraflardan çok daha öte ve çok daha anlamlı bir sergi. Belki de sırf bu nedenle serginin konuklarından (aslında ev sahibi) yazar ve serginin asli unsurlarından Mıgırdiç Margosyan çok haklı olarak, serginin Diyarbakır'daki açılışında diyordu ki; "Bugün kimilerinin aksine hiç mutlu değilim. Aksine hüzünlüyüm. Bugün bu sergi salonunda mutlu olmamı gerektirecek hiçbir şey yok." O günün akşamı sergi sonrası yemekteyken aynı ruh hali Mıgırdiç Margosyan'da devam ediyordu. Sorduğumda "Darmadağınım. O fotoğrafların bir bölümünü daha önce biliyorum ve defalarca görmüş olmama rağmen, hepsini birden, birarada o salonda yeniden o kalabalığın içinde tekrar izlemiş olmak beni ziyadesiyle etkiledi, hatta hırpaladı. Düşün o canlı, neşeli, hayat dolu insanlar, evler, mekânlar artık yok. Bu ne demektir. İşte insanı asıl yaralayan, hüzünlendiren, mutsuz kılan sanırım budur. Belki olumlu baktığınızda o fotoğrafların Diyarbakır'da hafıza tazelemek için sergileniyor olması anlamlı. Ama düşün bir de o fotoğraflardakilerin çocuklarının, torunlarının o mekânlarda şimdi yaşayanlarla birlikte yaşıyor olmaları mümkün olsaydı ne denli güzel ve anlamlı bir zenginlik ve muhteşem bir hayata, birlikte yaşamaya anlam katabilirdi..."
İkinci kez bir daha, kalabalıktan arınmış vaziyette yeniden daha ayrıntılı iki dostla gezdim sergiyi. "Eski Diyarbakır'da (Aslında Dîyarbekir'de) Kültürel Çeşitlilik" üst başlığıyla, Diyarbakır'ın kaybolan halklarının bir fotoğraf sergisi ile "bir şehri memleket yapan"ın ne olduğu sorusu ile zihnimizi meşgul etmesi gereken mantığın olanca yalınlığı ile gezdim ve izledim.
Önden ve geriden iki katırın üzerine yerleştirilmiş bir tahtırevanla seyahat eden bir kapusen rahip. Hâlâ kırsal coğrafyanın vazgeçilmezi olan yayıkla sütten yağ çıkarma işini yürüten Êzîdî kadınlar. Çokça aile fotoğrafları içinde hap şeklinde olması nedeniyle "hêbik altın kolye" olarak telaffuz edilen haplı gerdanlık ve bilezikleri ile zenginliklerini teşhir eden kadınlar. Yüzüklü ve gümüş köstekli saatleriyle sempatik bakışlı çocuklar. Dilimlenmiş Dîyarbekir karpuzu eşliğinde rakılarını yudumlayan, nargile fokurdatan musiki erbabı gençler. Fesli, şalvarlı okul talebeleri. Bazalt kemerlerin, tuğla örgülerin mekânsal görüntüleri önünde bakır dövüp, kalıp döken eski bakırcı ve demirci ustaları. Toprak damlar, minareler, kiliseler ve çan kuleleri. İlla ki gece gökyüzündeki yıldızları avuçlayıp sayarken uyuyakalacağınız tahtlar ve sitareler. Eski ve yitik zamanların izleğinden size hayal ötesi görüntülermiş gibi gelen yitik hayatlar / hayaller. Aynı gökkubbenin altında ve aynı şehirde birlikte yaşayan; Kürt, Türk, Arap, Ermeni, Süryani, Keldani, Yahudi, Rum, Êzidî, Çerkes halklar ve Müslüman, Hıristiyan, Alevi, Gregoryen, Katolik, Protestan dini ve mezhepsel topluluklar, cemaatler.
Büyük bir zenginlik ve muhteşem bir tablo. Tablo demek gerek, çünkü bütün fotoğrafları bir araya getirdiğinizde eksikliği yaralayacak bir büyük tablonun tamamlayıcısı oluyor fotoğraf karelerine yansıyanlar.
Anadolu Kültür, Global Diyalog ve Bir Zamanlar Yayıncılık'ın; Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi'nin ev sahipliğinde Sümer Park Sanat Galerisi'nde 7 Şubat 2012'ye kadar gezilebilecek Eski Diyarbakır'da Kültürel Çeşitlilik sergisi geçtiğimiz yüzyılın başındaki zenginliğimizin ipuçlarını veriyor hepimize. Sesi derinden gelen, tınıları her daim ruhumuzda yaşayan musikişinasların fotoğraf karelerine yansıyan kendilerinin ve çalgılarının görüntüleri ve ahengiyle...
Not: Sergi, 11 Şubat 2012 Cumartesi günü İstanbul'da Tütün Deposu'nda açılarak üç hafta süreyle İstanbullu sanatseverlerin ilgisine sunulacak.