2016’nın ilk günleridir. Zemheriden daha beter olan bir savaş sürüyor.
Tanklar kentlerin içine içine girmiş durumda.
Ve çok yazık ki; ölümlerin ardı arkası kesilmiyor.
Savaşın bu kadar acımasız hüküm sürdüğü il ve ilçelerden gerçek gündemi saptıran basın-yayın, adeta savaşın savunuculuğunu üstlenmiş.
Öylesine berbat bir vicdan çöküntüsü içindedir ki basın, söz verdiği halka taşıması gereken doğruların üstünü kapatıp dosdoğru yalan haber yapıyor.
İktidara yaranmayı çoktan aşmış durumdalar.
Özünde “halk gazeteciliği” adı altında var olmaya çalışan gibi görünseler de aslı hiçte öyle değil.
Tank “Gülle”sini havan mermisi gösteren, sokak ortasındaki cenazeleri “Terörist” cenazesi gibi aktaran olağanüstü makineleşmiş bir gazetecilik yapıyorlar.
Ayrıca, şu günlerde mevsimsel kar yağışını ve doğal sonucu olarak oluşan bazı manzaraları işledikleri kadar Kürt illerinde yaşanan cinayetleri görmüyorlar.
Hal böyle olunca kamuoyu doğru habere ulaşmadığı gibi belli başlı önyargılarında da giderek sertleşiyor.
Oysa o kentlerde tank mermileriyle evler, işyerleri, sivil halkın yaşadığı alanların dövüldüğünü gerçek anlamıyla görebilse kamuoyu belki bu önyargılarından vazgeçebilecektir.
Bebeklerin, çocukların, gençlerin ve kadınların ölümleri oluş biçimleriyle aktarılabilse belki kamuoyu olup bitenlere dayanarak kendini sorgulama gereği duyacaktır.
Sokak ortasında bekletilen cenazelerin, hangi gerekçeyle bekletildiği ve ne amaçla definlerine izin verilmediği hususu tam anlamıyla anlatılabilse, o vakit bakış açısı değişebilir.
Bir tuğla büyüklüğünde manşet atsalar aslında ülkelerini adam akıllı savunmuş olacaklar.
Ama bu gidiş örülü duvardan tuğla çekmektir basın için.
Ve buraları hep yalan-dolan anlattıkça, çıkmaz katlanarak büyüyecek…
Bu savaş karakteri aslında tüm alanlara sirayet etmiş durumda.
Bu gün piyasalardaki durumları gözden geçirin, doların ve avronun nasıl bir ritim içinde olduğunu göreceksiniz. Yani ekonomi cephesi de savaşı okuyamadığı için ya da göremediği için korkunç depremler yaşıyor.
İthalat-ihracat rakamlarına bakınız. Suskun cephenin nasılda aşağılara doğru düştüğünü göreceksiniz.
Ama yönetenlerin tüm amaçları “başkanlık”
Başkanlığa dair söylenebilecek ne varsa söyleniyor. Konuşuluyor. Tartışılıyor. Anlatılıyor.
Muhtarlara defalarca anlatıldı.
Adamlar sarayın yerlileri haline geldi.
Anlayıp anlamadıklarını ileriki zamanlarda göreceğiz.
“Terörizm” ile başladıkları sözleri ile pişme noktasına getirilen kesimlere, usulüne uygun başkanlığı da melekleştirerek aktarıyorlar. Başkanlığın Türkiye için olmazsa olmaz olarak dayatıyorlar.
Hal böyle olunca başta Diyarbakır olmak üzere diğer il ve ilçelerdeki uygulamalar gayet normalmiş gibi servis ediliyor.
Oysa o il ve ilçelerde hayat zehir-zemberek acı ile sürüyor.
Günlerdir sokağa çıkma yasağı ilan edilen şehirlerde hayat durmuş durumda. Bu şehirlerde temel yaşam ihtiyaçları sorunu var. Elektrik yok. Su şebekeleri verimsiz. Ölümler evlerin kapısında ve içinde devam ediyor.
Silahlar gece ve gündüz durmadan patlıyor.
Ve kışa isabet eden savaşın süreceği de anlaşılıyor bu gidişatla..
Zira bu kış başlamamıştı.
Ancak bir gün mutlaka bitecektir savaş.
Yazıyı yazdığım saatler de hala ölüm haberleri gelmesine ve durmadan tutuklamalar devam etmesine karşın savaş bitecektir.
İşte o zaman açılan yaralar tamir edilmeyecek boyuta gelmiş olacaktır.
Üstü örtülmeye çalışılan savaş gerçekleri halkları ayırmış olacaktır.
Suçlular da suçunun farkına varmış olacaktır.