Birkaç yıl boyunca “müzakere” diyerek bir başlangıcın varolduğu anlatıldı.
Türkiye şahsında “müzakere” konuşulurken, Kürt illerinde de kara kara düşünüp “Barış” hülyalarına dalmışlık vardı.
Oysa ne ”müzakere” müzakereydi ne de “barış” barıştı.
Herkes içinden geçenlere dalmıştı.
İçinden geçenleri hayata geçirebilmek için herkes büyük bir çabayla savunuyordu bu iki kelimenin ana temasını.
Doğrusu, ana tema açısından bu kelimeleri hayatta tutmak insanlık için çok naif bir hediye olurdu. Düşünsenize “kan akmayacaktı” eğer hayata geçirilebilseydi.
Gerçekten de bu iki kelimenin ana temasının peşi sıra gitmek oldukça sevindirici, heyecan verici bir çaba olur. Gidilmesi de gerekir.
Ancak “müzakere”ye ve “barış”a gitmek için iki sahne vardı Türkiye'de.
Birisi kapalı kapılar ardın da birisi de siyasetin aktörlerince “aleni” yapılanı.
Hangisi aldatmadan ibaretti bilmiyordu kimse.
Hangisinin doğru olduğunu da.
“Barış” neredeydi?
“Müzakere” nerede? Kimse bilmiyordu.
Çünkü önce bu sihirli kelimelerin içi boşaltıldı sonra da futbol topu gibi peşinden koşulsun diye ortaya salındı.
Deli danalar gibi peşinden koşulan aslında o iki kelimenin ana teması değil içi boşaltılan ve hesabı kitabı olan bir oyundu.
Evet, oyundu.
Dış politikası ve iç politikası kavga içeren, kavgadan ibaret olan bir ülkenin böylesi barışçıl bir politika beslemesi kandırmaya yönelik günü elde tutmaktan başka bir şey olamazdı.
Ayrıca, eğitim politikası ateşten alınan şiş gibi kızgın olan bir ülkenin akıbeti de bir o kadar kızgın ve bitkin olurdu.
Türkiye maalesef eğitim politikalarını gözden geçirmek yerine yere serip ağzını burnunu kırdı.
Dış politikasında da gözü kapalı, özgüven patlamasıyla yol aldı.
İçeride de durum farklı değildi.
Müzakereden söz ederken, sokaklara durmadan gaz bombası attı.
Barıştan söz ederken de tazyikli suyla aşılama yaptı.
Öyle bir seviye geldi ki şimdi, iyi bir şeyden söz etmek neredeyse mümkün değil.
Felaketleri dahi dezenformasyon formüllerle kapatmanın peşinde gidiliyor.
Kaos senaryoları birbirinin peşi sıra devreye giriyor.
Sonra da geniş kitlelere ulaşma aracı olan basın üzerinden bu kaos ve dezenformasyon olayları hayata geçiriliyor.
Halk neler olduğunu bilmiyor.
Bundan sonra da hayatından neler değişeceğini bilmeyen bir halk gerçekliği söz konusudur.
Kesinlikle iyi gitmeyen bir şeyler var ve halk bu durumdan habersiz.
Çaresizce hayatına devam ediyor.
Yani ona biçilen hayatı sürmekten başka yaptığı bir şey yok.
Oysa bu ülkede durmadan savaş aygıtları yapılıyor, güvenlik politikaları radikalleştiriliyor. Silah kullanmanın yasal güvencesi sağlanıyor.
Baskı giderek daha farklı şekillerle önüne çıkıyor yurttaşların.
Kırk yıllık “paketler” açılıyor yine.
Çöpten beslenmek kadar yoksulluk, sefalet var.
Yani ters gidiyor ve işler kesinlikle yolunda gitmiyor.
Kafalar karışık, milliyetçilik pohpohlanıyor.
Seviye düşüyor.
Şehirlere giriş çıkışlar eski çağ yöntemlerle uygulamaya tabi tutulmuş, sokağa çıkma yasakları sürüyor.
Herşeye rağmen güllük gülistanlık yansımalar var televizyonlarda.
Kendilerine verilen görevi son derece iyi bir şekilde yapıyorlar.
Bakalım sonu ne olacak.