Çocukken etrafından dolanmaya korktuğumuz “Taxê Rûtan” mezarlığındayız. Parıl parıl bir kasım günüdür. Normalde şimdiye dek bir diz boyu kar yağardı Gever’e. Bekliyoruz yağmasını.
Eto Abe gelecek birazdan onu da bekliyoruz. Paris’ten, Viyana’dan değil Van’dan gelecek bir cenaze aracında hem de. Bütün ömrü boyunca gidememişti zaten Paris’e, Viyana’ya…
Birazdan gelecek ve onu omuz hizasında bir kollu, demir saç tabut içinde ve el üstünde getirecekler. Kalbi daha 61 yaşındaydı ve bu sabah atmamaya başladı.
61 yaşında insan ölmeye kıyamaz ama kalbi atmamaya başladı.
Gever’in 6 bin nüfusa sahip halini hatırlarım. Şimdi 120 bin nüfuslu olan Gever’de, mezar başında hepi topu 100-150 kişiyiz. Kimi kara gözlüklü, kimi grantuvalet, kimi paltolu, kimi kasketli, “iş” haliyle gelmiş kimisi, yani ortak tek yanımız Eto Abe’yi tanıyor olmamız ve hepimizin kasvetli bir keder içinde olmasıdır diğer ortak yanımız.
Çıt yok, rüzgar esmiyor ve kahretsin ki sonbaharın bu güneşli gününde herkes hüzün içinde.
Geldi biraz sonra Eto Abe,
Yeşile boyanmış, kollu, demir levha ile yapılmış bir tabut içinde. Futbol koşturduğu yılları saymazsak ilk defadır el üstünde taşınıyor olması. Evet, Eto Abe yaşam maçını kaybetmesine rağmen omuzlar üstündeydi. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu ama.
Bir metre kadar derin kazılan çukurun içine briketten örülen iki sıra duvarın içine sarktırdılar. Sırt üstü yatırdılar. Giyinmeyi çok seven o Eto Abe yine yapmıştı yapacağını, beyaz patiskadan giyinmişti. Onu 61 yıl boyunca yani doğumla ölüm arası hiç rahat bırakmayan kapital sistem orada da rahat bırakmamıştı. Son deminde de ona yine masraf çıkartmıştı.
Biz onunla o beyaz patiskadan çok elbiseye iç cep yapmıştık şimdi o patiska onu içine alan bir dış cep olmuştu adeta.
Okul yıllarımızın küçük skeçlerinde oynayan şimdilerde imam olan arkadaşımız kenarda bekliyordu.
Sonra beton plaklarla kapatıldı üstü, küreklerle üstüne toprak saldılar. Örttüler… Örttüler toprakla. Ah Eto Abe ah!
Sabahtan akşama kadar sistemin çarkında, sabah iş başı yapıp, iş çıkışı ayrı bir iş yapıyordu yetişebilmek için hayatın ezen tarafına, kimi zaman çakırkeyf kimi zaman durgun ve yorgun. 61 yılın yorgunluğunu şimdi içinde yatacağı toprağın kokusundan habersiz yatacaktı.
İmam başladı sonra duasını okumaya. Oradaki tüm herkes sırra kadem basmış gibi yoktular, ortalık derin bir hiçliğe büründü. Boş bakışlar, kayıp bakışlar arasında zaman hızla, çarçabuk geçti. Ama herkesin içinde bir matem havası, bir keder, bir acı dolandığı kesindi. İçe akıtılan gözyaşlarını da saymalıyız elbette.
Bu durum bir kopuş muydu? Ayrılık mıydı? Veda mıydı? Anlayamadım.
Oysa Eto Abe, “yavri yavri huma kuşu yükseklerden seslenir” türküsünü çok severdi. Şu an vaz geçse ve yatırıldığı yerden kalkmaya çalışsa o beton plakların ve üstüne atılan toprağın altından kalkamayacak kadar imkansız bir durumdaydı.
Çünkü “I” tipi bir mezar ve muhtar tarafından etrafı yarı açık cezaevi şeklinde duvarla örülmüş mezarlıktaydık.
Kapital sistemin insan hayatı üzerinde uyguladığı plan mükemmel bir şekilde işliyor. Anamızdan emdiğimiz sütü ve anamızın mezarımız başında akıttığı göz yaşlarını dahi sömüren amansız zamanların insanlarıyız ne de olsa.
Evet, Eto Abe! Şimdi uzandığın yerin sağında beyin tümürü sebebiyle daha 32 yaşında ölen amcam Salih var, baş ucunun az ötesinde ise adaşın delikanlı belediye başkanımız Etem Abi yatıyor. Burada yani bu mezarlıkta yatanların tamamı tanıdık. Kiminin taştan mezar taşı, kiminin mermerden, kiminin demir profilden mezarı var.
Ve bir ömür boyunca yaşadığın kentin tam içindesin. Şanedêr çimeninin yeri beton binalarla kapatılmış… Çocukluğun, zıpkın gibi delikanlılığın, erişkinliğin burada. Burada senin için kalbi atanlar.
Biz ise; bizi sömüren bu sömürü sitemine karşı direnmeye devam ediyor olacağız. Kavgada yenilmekte var fakat kavgasız gerçek hayatı, yaşanabilinir hayatı beklemek olmaz.
Anılarımızda ve hatıralarımızda saklı tutacağız seni.
Ölümün kokusu yoktur ama acısı vardır.