Sürekli yaşamında ülkenin hep derin izler görülür. Bu derin izler ülkenin baştan sona coğrafyasında sancılara vesiledir.
Bir zamanların vahşi işkencelerinin çığlıkları ülkeyi hazin bir bekleyişi ve korkuya sürükleyişi dün gibi hafızalardadır. Bu işkencelerin arkasında kimler vardı ya da bu işkenceleri kimler yapardı, yahut kimler yaptırırdı? Herkes tarafından bilinmesine karşın hukuk ülkesinde bunun safileşmesi hep beklenilir oldu.
Bu işkenceleri yapanların özel olarak eğitildiği sadistleştirildiği yönünde korkuyla söylemler dolaşsa da pek yerine oturmadı ama hep şu aklımı kemirir dururdu; bir insan şartlar ne olursa olsun kendi cinsine (hem de eli kolu bağlıyken karşısındakinin) işkence yapması.
Maalesef her yeni hükümet umutla taşınırken koltuğa umutsuzluğu beraberinde getirirdi çok kısa sonra.
İşkencenin dili değişir olurdu: biri Filistin askısı ile bu işi yaparken, bir diğeri de elektrik şok denerdi. Bok çukuruna sokulanlar ve bok yedirilen yöntemler de değişen siyasi iktidarlarla birlikte yerini yeni işkence türlerine terk ederdi ama bir türlü önüne geçilemezdi.
Ülkede hukuk vardı ve işkencecileri hukuk önüne çıkarmak da güvenlik kuvvetlerinin işi olurdu.
İşkence, yöntem ve pratik sergiledikçe halkın önüne de yeni ve ilginç sunumlar getiriliyordu, artık o kadar şiddetin dozajı yükseltildi ki bazı dönemlerde sokak ortasında infazlar başlarken bir zamanlar da karakollarda sudan sebep bahanelerle ölümler görüldü. Hatta karakola gidip izi kaybolan sayısız insanın arkasında gösterilen çabalar uluslar arası sözleşmeler gereği tarafsız mahkemelere taşındı.
Ama çabalar sonuçsuz, işkenceler sınırsız olmaya devam ediyordu.
Halkı tek model yapmak için gösterilen bu acımasız yöntemlerin mantık bulmadığı bütün zamanlara inat bu işkenceler hep devam ediyor.
Ne gariptir ki halka işkence yapanlar halkın çocukları oldu hep.
Bir yandan sürüleştirilmek ve bir yandan içi boşaltılmak istenilen halka bu zulmü reva görenler de yine bu halkın çocukları olurdu.
Peki, bu çocuklar neyin peşindeydi?
Filler ve çimenler hesabı oynaşılırken ezilen çimenler ezen filler tümden halktı.
Sistem kurucusu, halk adına vardı ama sadece kendini muhafaza etmek için çelikten zırhla döşemişti kendini. Onun için ne varsa kendisi için ne yoksa halkı içindi. Çarkın işleyişi sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik alanda tam anlamıyla demir duvardandı.
Kanı ve zihni, şiddet-baskı politikaları üzerine egemenleştirilen bu tabu dokunulmayacak, tartışılmayacaktı.
Ne zaman tartışılır olsa orada bir bölücülük paranoyası ve tarih evresinde de komünizm yaygarası kopartılacaktı. Çünkü amiyane tabirle mahkûmun ipini cellât çekebilirdi ancak.
Yine ne zaman tartışılacak olursa sistem orada bir koruyucu önlem olarak milliyetçilik zırhı geliştirilmeli bu argüman kuram ve kurallarıyla işletilmeliydi. Evde, işte, sokakta, camide, okulda kısaca her alanda milliyetçilik zuhur bulacaktı ki sonsuz saltanat yaratılsın diye.
Ancak gelip bugün sıkıştığı noktadan bakıldığında, mekanizma kendini sağlama alırken sıkıştırmış, daraltmış ve hasta olmuştur.
Şimdi kum döküyor!
Gene ancak diyorum; çünkü bu sadece kum dökmedir.
Mekanizmanın asıl içinde kalan ve kanal yoluyla dışarıya çıkamayacak büyüklükteki taşlar duruyor yerinde. Bunun için de ciddi anlamda uzmanlık işi olan bir operasyon şart görünüyor.
Operasyonu yapacak uzman da bellidir.