Kürtlerin bu direniş dönemi bizim gençlik yıllarına rastlıyordu ve biz gençler de “KESKİN DEVRİMCİ” yarışı ile Sovyet yanlısı görünebilmek için kılıktan kılığa giriyorduk. Ama öve öve bir yere sığdıramadığımız Sovyetler ise mermisi, bombası, tankı ve savaş uçakları ile Irak yönetiminin her türlü askeri ihtiyacını karşılıyordu. Irak yönetimi de dilediği gibi bunları mazlum Kürtlerin yok edilişleri için kullanıyordu.1975 yılına kadar Kürtler, ellerindeki silahları Bruno (Hivde, Reqem), Sêtir, Teneşmir gibi piyade hatta eski av tüfekleri ile Sovyet donanımlı koskocaman Irak ordusuna adım attırmadıkları gibi büyükçe bir bölgeyi de kontrollerinde tutabiliyorlardı.
O yıllar İran ile Irak arasında Şatt-ül Arap suyolu ihtilafı vardı. Dicle ile Fırat nehirlerinin birleşerek 200 km uzunluğunda ve 1 km enindeki bu suyolu petrol tankerlerinin geçişini sağlıyor, her iki ülke de bu suyolunun kendilerine ait olduğu iddiasında bulunuyordu. O yıllar Amerika’nın Ortadoğu’daki tek dostu İran Şahı idi ve Şah da Sovyet yanlısı Irak yönetimini zayıf düşürmek için Barzani güçlerini destekliyordu.
1975 yılında (hafızam yanıltmıyorsa) Sadi Irmak azınlık hükümetinin dışişleri bakanı Melih Esenbel’in gayretleri aracılığı ile İran ve Irak Cezayir’de masaya oturtuldu. Şatt-ül Arap suyolu karşılığında İran Kürt Peşmergelerinden desteğini çekecekti ve 1975 yılının mart ayında iki ülke karşılıklı anlaşmanın altına imzayı koyunca da Peşmergeler de Nisan ayında “GERİ ÇEKİLİN” talimatı ile ki birçoğu tüfekleri ile coğrafyadaki azgın nehirlere kendilerini atarak hayatlarına son verdi. Binlerce evli Peşmerge de İran’ın Şıno ve Neğede kentlerinde İran yönetimine sığındı. Bu peşmergelerden bir kısmı hergün imza vermek üzere birçok kente dağıtılırken, birçoğu da, ilerde Kürt diasporasının nüvesi olarak (ki bu gün Irak yönetiminde bakanlık ve yönetici düzeyinde bulunanlar) Amerika ve Avrupa ülkelerine sığındı.
1975 Nisanı Kürtler için kapkara bir sayfa idi. Irak yönetimi rahat bir nefes almışken boş durmadı binleri bulan Kürt köyünü boşalttı, köyleri dozerlerle yerle bir etti. İnsanlarını Necef bölgesindeki toplama kamplarında tuttu. Belirli aralıklarla bir kısmını alıp asit kuyularında yok etti. Bu dönemde hiçbir Kürt’ün ağzını kerpeten açmazken elden ele dolaşan bir kaç kaset adeta Kürtlerin dirilişlerinin sebebi oldu.
Bu kasetler bu gün hak ettiği bir üne sahip, ünlü Kürt ozanı ŞIVAN PERWER’ indi (Halk Dr. Şıvan “Sait Kırmızıtoprak” olarak sanıyordu). Hakkâri’de, Çukurca’da, Yüksekova’da, Şemdinli’de yalnız Şıvan’ın kasetlerini dinleyebilmek için kasetçalar alan fakir köylüler bildiğim gibi, dinlerken de hüngür hüngür ağlayan insanlar gördüm.
Türkiye’de korku içinde dinlenen kasetler Irak’ta ise bu kasetleri dinlemek ve bulundurmak kesin ölüm sebebiydi. Bu kasetler yeni bir dirilişe büyük bir umut olmuştu ki Çukurca’nın güneyinde Irak tarafındaki PIRA BILBIL’ın hemen yanındaki kuytu bir derenin içinde bulunan tek gözlü yığma taş ve toprak damlı bir odada QİYADA MUVAKAT’ın (“Meqerinin”) kuruldu. Bu yöre insanının yüzünü az da olsa güldürmüştü...
Halk fısıltı halinde birbirlerine
- Hatin, hatin…(geldiler, geldiler) diyordu.
Artık küçük küçük müfrezelerle, gerilla taktikleri ile Irak ordusuna darbeler indirmeye başlamışlardı ki; İran’da Kürtleri satan Şah devrilmiş, yerine İran İslami Cumhuriyeti kurulmuştu. Şah’ın devrilmesinden sonra da, yeni İran yönetimi batılılara ve ABD’ye sırtını çevirince, bu kez Saddam ile ABD yönetimi alttan alta birbirlerine göz kırpmaya başladılar.
ABD gizli desteğini alan Saddam’ın ayranı kabardı ve bir meclis toplantısında kürsüye çıkarak. Şattül Arap suyolu anlaşmasını yırtması ile 1979’un eylül ayında milyonlarca Müslüman’ın ölümüne mal olacak Irak, İran savaşı başladı. Dokuz yıl süren savaşın 1988’de hızını keserek rutinleşmesi ve Saddam’ın da İran ile baş edemeyeceğini anlamasıyla birlikte yıllar öncesinden yarım kalan hıncını almak için var gücü ile Kürtlere yüklenmeye başladı. Musul, Kerkük, Duhok, Hewlêr, Zaho ve Süleymaniye kentleri ve bu kentlere bağlı kasaba ve köylerde onbinlerce insanı kaybettirip katletti. Saddam müttefiki olduğu devletlerin gözlerinin içine baka baka 16 Mart 1988 tarihinde İran sınırına yakın bir kasaba olan HALEPÇE’YE tamamı sivillerden yani yaşlı, genç, kadın, çocuk ve bebeklerden oluşan 10 bine yakın Kürt insanını Uçak ve helikopterlerden attığı kimyasal gazlarla katletti, sakat bıraktı. Hem de çağdaşım diyen dünya ülkelerinin gözleri önünde yapıldı.
Yapılan yok edişi bölgedeki Müslüman devletler ile uluslararası güçler, olanları bir müddet görmezlikten geldi. Mızrak çuvala sığmayınca olay duyuldu ve konuşuldu. Bu insanlık dışı katliam harekâtının üzerinden 21 yıl geçmesine rağmen katliamın izleri hala ortada duruyor. Ama artık Kürtler için Halepçe ismi sınırda bulunan bir Kürt kasabasının isminden çok daha farklıydı. Tüm Kürtlerin belleğinde kutsal, gazi ve şehit bir kentti artık.
Daha önce başlattığı binlerce köy boşaltma hareketine yeniden başlayarak birçok kasaba ile birlikte birçok köyü haritadan silmek istedi. Direnen köylere ise acımasızca saldırarak insanları köyleri ile birlikte yerle bir etmeye başlayıp vadilerdeki birçok yerleşim alanına zehirli gazlarla saldırması üzerine sivil Irak Kürtleri ile birlikte evli olan Kürt beşmergeler de EYLÜL 1988’de Hakkâri sınırının birkaç bölgesinden Türkiye’ye girmeye başladı.
Çukurca’ya bağlı Kınyanış, Şılıko, Erij, Serêsêvê, Elemun, Şivrezan, Mêrgan, Aşuta ve Geremus köylerinin kırsal alanında buldukları bir dere kenarına veya bir ağaç altına sığınan bu insanlar günlerce sağlık ve beslenme olanaklarından mahrum kaldılar... Etraftaki köylüler ve her zaman olduğu gibi Hakkâri’nin duyarlı insanları ağızlarındaki bir lokmayı bu insanlara ulaştırma yarışına girmişti.
Bugün Bağdat çevresinde meydana gelen faili malum (ki biz, Sünni olsun Şii olsun bir insanın burnunun kanamasından bile derin üzüntü duyarız.)eski kalıntıların yaptığı kasıtlı ve münferit olaylara yaygarayı basarak,
“-Müslüman kardeşlerimizi katlediyorlar” diyenler, yıllarca ama yıllarca hem de sistematik bir şekilde yaşlısı, genci, kadını ve çocuğu ile 180 bin Kürt’ü hem de İslamiyet’e de sadakatlerinden şüphe edilmeyen Müslüman Kürt halkının diri diri sıcak kumlara gömülmelerine ve asit havuzlarına atılmalarına karşın. Hiç kimsenin, bir Müslüman’ın, faşist ve kafatasçı Arap Baas’ına karşı seslerini çıkarmadıkları gibi utanmasalar neredeyse alkış tutacaklardı HALEPÇE katliamlarında ve ENFAL günlerinde.
Ama dün acımadan Kürtleri satan PEHLEVİ hanedanının sonunu gördük. Irak’taki Kürtlere ve kendi soyundan insanlara zulüm eden insanlardan hiçbiri yok artık.
Son yüz yıldır Irak’taki hiçbir yöneticinin huzur içinde ölüm döşeğinde can vermediğini, hepsinin her zalim gibi halkları tarafından feci şekilde öldürüldüğünü biliyoruz.
Halkını her zaman zulme karşı korumuş olan Mam Celal’in (Talabani) şeytanın bacağını kıracağına inanıyor, Irak Kürtlerinin ise kendilerini Baas’çı zalimlerden koruyup özgürlükleri ile tanıştırdığı için BUŞ un fotoğrafını, Türkiye’deki Kürtlerin ise bilinçsizce de olsa iktidarı ele geçirmesine vesile oldukları ve devrim diye iktidara geldikten sonra bu iyiliklerini unutmayıp kafalarına vura vura Kürtlüklerini içlerine pekiştiren Kenan Paşanın altın yaldız çerçeveli birer fotoğraflarını evlerine asmaları gerekmiyor mu, sizce?
Sınır boylarından alınan binlerce Kürt önce Yüksekova’nın soğuk günlerinde çadır kamplarda tutuldu.
Yüksekova-Şakitan köprüsünün yanındaki çadır kamptan bir görüntü.
O günler değil kampa girmeniz kamptan biri ile konuşmanız bile tutuklanmanızın sebebi idi. Kamptaki çocuklardan bir kaçı Nehil’in kenarında bana böyle poz vermişlerdi.
Gönül bu,Yüksekova’daki soğuk bir çadırda da olsa ferman dinlemiyor.
Kışın başlangıcında kamyon kasalarında Mardin, Nusaybin, Diyarbakır ve Muş kamplarına böyle götürüldüler.
Sürgünde de olsa gelenek ve göreneklerinden vazgeçmeyen Iraklı Kürtler toplama kampında Nevruzlarını böyle kutluyorlardı.
Asil ve zengin akrabamız bir ailenin gelini, Evin hanım, kamptaki tek gözlü evi olan çıplak çadırında iki çocuğu ile çok zor günler geçirmişti.
Aradan yıllar geçti, o çadırdaki aile şimdi Dohuk’taki evlerinde mutlu bir hayat yaşıyor ve o günleri unutmuş değiller. O gün anneleri ile sefaletin kucağındaki ailenin güzel kızları artık büyümüş ve bugün birer üniversite öğrencisi. Biri mühendis, biri hukukçu olacak...
Üstteki fotoğrafta Kürt Öğretmen Mecit Bamerni yıllarca Irak’ta sakin bir hayat sürdürürken, çocuklarını Saddam’ın zulmünden ve kimyasal korkusundan günlerce vadi ve dağları aşarak gelmişti Türkiye topraklarına.
Alttaki fotoğrafta: Aradan yıllar geçtikten sonra Duhok taki evlerinde misafirleri olmuş ve o günleri konuşmuştuk.
Dengbêj Mehmet Emin Reşavayi de o günlere geri dönmek istemiyor, ailece Muş’taki mülteci kampında kalmışlar. 1990’da Muş’taki kampta dünyaya gelen kızı Wehîn “Muş halkına selam ve saygılarımı götür.”dedi bana, Duhok çarşısından.
Doğumundan ölümüne kadar ömrünün tamamı özgürlük mücadelesi içinde geçen Molla Mustafa Barzani çok sevdiği beyaz atının sırtında.
Mesut Barzani de babası gibi Barut, ölüm ve kan kokan dağlarda dünyaya gözlerini açtı ve çocukluk yıllarından beri bir Peşmerge gibi yaşadı o topraklarda. Bugün de Ortadoğu arenasında halkını temsil etmeye çalışıyor.
Halepçe'nin bu mezarlığında tamamı yaşlı, kadın ve çocuklardan oluşan BEŞ BİN günahsız Kürt yatıyor.
Beş bin Şehitli Halepçe mezarlığının yanı başında elleri kopuk bir ananın beyaz heykeli, sembol seçilmiş.
Mam Celal TALABANİ ile 1981’de YNK-(KYB)nin bir kampında çektirdiğim bu fotoğrafı yıllardır sır gibi saklıyordum. Dağ başındaki kampta odununu kendisi kırıyor, yemeğini, çayını kendisi hazırlıyor. Gece yerde yattığı uyku tulumunu gündüz minder gibi kullanan Talabani, kamptaki bir peşmergesi gibi yaşıyordu. Yani O da kampta bir peşmergesinin sahip olduğu haklar kadar bir hakka sahipti. O gün dev ülkelerin ortasındaki bir gerilla kampındaki Celal Talabani den “Bir aşiret reisi, bir terörist” diye söz ediliyordu. Ama bu gün dağlardaki kamplardan gelen ince, kıvrak zekalı TALABANİ Irak’ın sözde değil özde devlet başkanıdır.
Alttaki fotoğraf ise: Süleymaniye’de bir caddedeki bir panonun önünde çektirdiğimiz bu fotoğraflardan artık Irak’ın her caddesinde, iş yerlerinde resmi dairelerin duvarlarında görebiliyorsunuz.