Türkiye’nin yönetim biçimi “Algılar” üzerinden inşa eder kendini.
Kefen parası olmayana “Allah kerimdir” hele bir öl, bir bakmışsın kefen paran olmuştur minvaline gelen süreci başlatır.
Bu süreç kişilerin duygularını, düşüncelerini ve eylemlerini etkileyerek onları algıları ve davranışları üzerinden yönetmeye başlar.
Yüksekova bu aralar, gündemini fazlasıyla “deprem” üzerinde yoğunlaştırıyor. Yoğunlaştırmalı da. Coğrafik boyutuyla fay zonu/ları üzerinde görünüyor çünkü.
Kaynaklar tanımını böyle yapıyor: “Yüksekova yerleşiminin hemen güneyinde uzanan fay bir bölü-münde doğrultu atımlı yırtılma gerçekleştirdiğinden iki ayrı parça olarak değerlendirilmiştir. Ana kısım daha güneydoğuya doğru uzanan ve çatallanan ters – bindirme türü faylanmadır.”
Deprem doymak bilmeyen iştahıyla, coğrafyayı dolaşıyor.
Durmadan da uyuyanları, devletleri, devletlerin yöneticilerini, muktedirleri uyarıyor. Bilim ve bilim adamları da bu konuda ellerinden geldiğince, bilgi vermeyi, konunun vahametini açık bir dille anlatıyorlar. Herkese saldıran devlet ise; bu konuda kaplumbağa hızıyla davranmaya devam ediyor.
Sadece cumhuriyet yaşı süresince yaşanan depremlerde yapı enkazlarının altında kalan insan sayısı bile, yeterince ürkütücüdür.
Kaybolup giden çocuklar. Tamamen ortadan yok olan aileler, bir uzvunu yitiren insanlar, duygusal travmalar, inanılmaz hikâyeler var ortada.
Buna karşın devlet aygıtı; çadır, konteynır, gıda ve yanı sıra basın ile sosyal medya üzerinden “yardım kampanyaları” düzenler.
Depreme ayrılmış bir bütçeden habersiz tüm ülke.
Zaten muktedir yöneticiler de böylesi bir kalemin olup olmadığını söyleme gereği duymaz. “Kızılay çadır sattı” konu başlığı ile herkesi bir güzel algılar.
Sismoloji ya da deprem bilimi bu konuyu yeterince açık bir dille açıklamışken, devletlerin bu konuda bir “mücadele programı” çıkarmamış olması, yapılan yapıları jeofizik tanımlamalara uygun olmasını yani deprem yönetmeliklerine uygun yapılmasına olanak sağlanmaması izah edilir gibi değil.
İdarenin bu konuda “sorumluluğu” mücbir sebep ötesinde olmalıdır. Toplum hayatını derinden etkileyen, mal ve can kaybının ötesindeki derin ruhsal, psikolojik travmaları hesaba katmamış bir idarenin sorumlulukları hatırlatılmalı.
Sahi, son yüzyılda meydana gelen depremlerde, yerel devlet erkanından deprem enkazında kalan var mıdır? İstatiksel verileri bulamadım ben şahsen! Elbette ölüm olmasın, zarara uğramasınlar. Ancak, yurttaşında ölmemesi, zarara uğramaması için depreme dayanıklı kentlerin yapımını sağlasınlar.
Şimdi en başa dönelim, “algı” mevzusuna.
Yılbaşı gecesi Yüksekova’da meydana gelen orta ve düşük düzeydeki sarsıntılardan sonra, uzmanlar bundan sonra ki olası bir depremin şiddetini 7 olarak tahmin ettiklerini açıkladılar.
Halk tedirgin. Yani diken üstünde her şey. Konuya duyarlı kesimler seslerini, itirazlarını dile getirdiler. Kentin sorumlu düzeydeki önde gelenleri, yıllar yılıdır söylene gelen ifadelerin tekrarını geçmeyen açıklamalarda bulundular.
“İlçe AFAD ve acil durum koordinasyon toplantısı yapıldı”, “tedbirler alınacaktır” ....
Kent imarı üzerindeki yapıların yaşı, dayanıklılığı, fay hattına yakın ve uzaklığı, sulak alanlara yapılan yapılar vesaire şeklinde bir açıklama yapma gereği duyulmamıştır.
Şimdi üç bin çadır ve on bin konteynırdan söz ediyor haber kaynakları. Ayrıca lojistik bir depo hazırlayacakları konusunda yerel basına beyanat verilmiş.
Kış, dur durak bilmeyen kar yağışı, soğuk, don ve sis ile devam ediyor.
Yaşam deneyimlerimiz Nisan ayına kadar devam edecek bir kış sürekliliğini bize deneyimliyor.
Meteoroloji bu konuda en az yerel deneyimler kadar bilimsellikle yaklaşıyor.
Alternatif yollar bir kenara, mevcut yollar bile geçit vermemeye başladı.
Göçükler, toprak kaymaları, kaya parçalarının düşmesi, çığ, kar durmadan ulaşımı engelliyor.
Hal böyle iken, olası bir “yıkıcı depremde” hiçbir önlemin alınmadığı, yapılanlardan anlamak mümkündür.
Deprem toplanma merkezleri, bir avuç kadar olan okul bahçeleri olarak açıklanmış. Ki okullarında depremden sağ çıkacağına dair bir açıklama da yok.
Köylerle birlikte, 120 bin nüfusu geçen Yüksekova’nın 3 bin çadır ve 10 bin konteynırla geçiştirmesi de aslında adam akıllı bir deprem hazırlığının olmadığı anlaşılıyor.
Bir şeyler yapıyoruz algısıdır bu, yani komik çadır ve konteynır rakamları. Ve bu algılar eşliğinde, yerel yönetimler seçimine de gidiyoruz.
Şimdi propaganda, miting, aday karşılamaları derken bir başka bahara kalacak gibi “deprem” önlemleri.
Ne kentteki yapılar depreme dayanıklı hale getirilir ne de fay hatlarının etki alanındaki yerleşim birimleri, köyler bu önlemlerden payına düşeni alır.
Geçmiş deprem deneyimlerinden de anlıyoruz ki coğrafyanın neredeyse hiçbir yeri, depreme hazırlıklı değil.
Depremin vurduğu her yer enkazlara dönüyor ve insanlar başının çaresine bakıyor.
Siyasi figürler kendine konu başlığı ediyor, iktidar rant ve mağduriyet devşiriyor.
Bu gidiş, böyle bir gidişin rotasını veriyor bize.