Az değil, 6,8 şiddetinde bir depremle karşı karşıya kalmışız. Doğu Anadolu fay hattının harekete geçmesiyle bu acı gerçeğin hayatımızda müdavim olduğu bir kez daha anlaşılmış oldu. Madem böylesi bir gerçekle, yani olası depremlerle yaşayacaksak o halde söylenip durmak yerine oturup etraflıca düşünmemiz kaçınılmaz oluyor. Hele memleketimiz Hakkâri gibi, karasal bir iklime sahip bir yer için iki defa düşünmemiz gerekiyor. Özellikle kışların kar yağışlı olması, üstüne üstlük sert – dondurucu soğukların yaşanılıyor olması iki kez düşünmemiz için nedendir.
Depremi durdurmak mümkün değil diyor otoriteler, ayrıca tarih vermek de namümkün. O halde depremle yaşamak zorunluluğunu düşünüp, kenti bir bütün olarak gözden geçirmek lazım. Olası bir depremi en az zayiatla atlatmak ile atlatmak ve can kaybını sıfıra indirmek için hükümet, belediyeler, STK’lar bir araya gelip, konuyu masaya yatırmalıdır. Deprem güvenliği konusunda ilk akla gelen Japonya, bu konuda neler yapmış diye bir araştırma kurulu oluşturup, derli toplu sonuçları tartışmaya açarak, sonuca odaklamak üzere yola revan olmalıdır. Her ne kadar yerelin önerisini yapıyorsak da bu konunun, genel için ciddi olarak gündemleştirilmesi lazım geliyor. Yani, Türkiye yönetimi bu meseleyi hafife alıp, onu kulak ardı ederek sadece kaybeder. Deprem gerçeğini, okumak geleceği kurmakla eşdeğerdir. Fay hatları Türkiye yerkabuğunda her yönden döşenmiş yüksek gerilim hatlarının iç içe geçmiş halini andırıyor. İletken, birbirine temas etmeye görsün! Kim sağ kim selamet bilinmezine götürür. Götürdü de. Gölcük’te, İstanbul’da, Van’da, Bingöl’de, Erzincan’da yoksul halkın canına ve malına kondu. Daha da yaralarını saramamış bu kentler gibi unuttuğumuz kentler de var. Bu kadar yaşanmışlıktan payımıza düşen önlemleri alamamışsak, önümüze koyacağımız bir şapkanızın olmayışındandır. Bu hesabı sarı çizmeli Mehmet Ağa ödemeyecek bu da bilinmelidir. Bugüne kadar ödeyen ödedi hesabı ama bundan böyle bu hesap ödenemez faturalar koyacaktır yöneticilerin önüne. Yazıyı okurken “Vur alaya!” diyenler olacaktır elbette ama bunu hafife almayıp ‘doğru’ diyenler çoğunlukta olacaktır. Olması gereken de budur. Depremin olmasından hemen sonra çarçabuk unutup, yaşamımıza odaklanmak için sürüyle meselemiz var nasıl olsa! Yoksulluk, hayat pahalılığı, taciz – tecavüz, kadın katliamları, hukuk, sağlık, eğitim… Ama hendekten atlar gibi, bu meseleyi atlayamayacağımız aklımızda olmalıdır. Depremle alakalı yorum yapanlara kızılmaz, kızılacaksa depremle ilgili kentlerin yapı envanteri çıkarılıp, olasılıklara karşı hazır ve nazır olmak şeklinde olunmalıdır.
Yeniden yerele, yani Hakkâri ve coğrafyasına dönecek olursak en son 1930’larda yıkıcı etkisi olan depremler yaşadığımızı hatırlamamız lazım. Fay hatlarının üstündeki Hakkâri yerleşkesi olmasını istemesek de, depremin gelebileceği bir yerleşkedir. Arada bir hafif sarsıntılarla kendini gösterdiğini de hatırlamamız lazım. En son Elazığ depremi sonra Urumiye üslü bir deprem kendini Yüksekova’da hissettirmiş.
Demek ki hem deprem fayı üstündeyiz hem de komşu fayların etki alanındayız. O halde, yereldeki tüm bileşenler bir araya gelip, öncelikle yapı envanterinin depreme dayanıklılığını tespit etmeli. İmar içindeki ve dışındaki tüm yerlerde, fay hatlarının geçiş güzergâhlarında iyileştirme veya imara kapatma üzerine, konu uzmanlarından (Mühendis, Mimar, Jeolog, vs.) görüş alınmalıdır. Hakkâri’de yaşayıp kent yapısı üzerinde uzmanlığı olan tüm bileşenler gönüllü olarak görev almalıdır ayrıca. Yaptıkları istatistikleri, ilgili mercilere sunarak tarihi görevlerinin hazzına erişmelidirler. Israrcı takipçileri olmalıdırlar.
Valilik Afet Koordinasyon Merkezi olası deprem öncesi yapacağı kapsamlı çalışmalar için görevli olsun olmasın, tüm uzmanların görüşüne başvurup, başta Hakkâri; Yüksekova, Çukurca, Şemdinli, Derecik ilçeleri; Durankaya, Esendere, Büyükçiftlik beldeleri ile tüm köy ve mezralardaki konut sahaları içinde eksiksiz planlamasını harita üzerine çıkarmalıdır. Deprem sonrası hemen koordine olabilme yönünde, olası kapanmış yollara alternatif yollar tespit etmelidir.
Özel idare bünyesindeki köy evleri, yapıları konusunda saha araştırması ile arşivine deprem yönetmeliğine uygun bir envanter kazandırmalı. Bu konuda ince eleyip sık dokumalı çünkü köylerin tamamında yapılan konutlar, hemen hemen bir mühendisin olurundan geçmemiş, tamamen duvar ustaları ya da konuyla ilgilenen müteahhitlerin inisiyatifi ile yapılmıştır. Eski taş evler ve kerpiç evler yorgunluk hallerini aşıp, artık yaşlılık dönemini de geçmiştir.
Belediyelere çok önemli görevler düştüğünü “haddim olmadan” belirtmeliyim. Hakikaten belediyecilik konusunda profesyonel olduğumuz söylenemez. ‘İmkânlar dâhilinde’ denip yapılanlar, yığma beton – betonarme yapılardan teşekküldür. Hâlihazırda deprem sonrası için kapsamlı bir ekipmandan dahi yoksundur belediyeler. İtfaiye araçları, iş makinaları, kazma – kürek pek tabii önemlidir ama deprem için yetersizdir. Isıya duyarlı, sese ulaşabilen dedektörler ve bu anlamda dünyada kullanılan teknolojik aygıtlar mutlaka bulundurulmalıdır. Ayrıca depremde uzmanlaşmış kadro tahsisi, çeşitli eğitimlerle uzman personeller yetiştirilmelidir. Envanterinde bölgenin iklim koşullarına uygun çadırlar, konteynerler hazır edilmeli, ayrıca çadır – konteyner kent için alan belirlenmelidir. Hem uzak hem de zor iklim koşullarından dolayı saydığımız envanterler hazır olmazsa, yardımlar ulaşana kadar çok geç kalınmış olunur. Tüm ilçeler ve beldeler ve hatta ilin yardım gelecek yönlere tek girişli yolu vardır, buna dair alternatifler – imar yolları gerekecektir. Yüksek katlı binalar ile müstakil yapıların sağlamlığı konusu hızlıca kontrol edilip, çabucak organize olacak ekipler (uzmanlar) mobilize edilmelidir. İmara açılmış olmakla birlikte, olmaması lazım gelen yapıların kentsel dönüşüm programları içine alınıp, depreme hazır hale getirilmesi gerekmektedir. Her ne kadar pahalı yani paralı bir program da olsa, kentsel dönüşüm mutlaka belediyelerin çalışmaları arasında olmalıdır.
“Deprem” denince şaşkınlık, korku, endişe geçirmemek için konuya vakıf, depremde nasıl davranacağını bilen halk gerçeğini de yaratmak pek tabii ki yerel hükümetin işidir. Okullarda çocuklara verilen eğitimlerin yanı sıra, yetişkinlere de uzmanlarınca eğitimler verilmelidir. Ancak belediyeler de bu eğitimleri sağlamakla mükellef hissetmeli kendini.
Kanımca Hakkâri genelinde yapıların ezici bir çoğunluğu deprem yönetmeliklerine uygun yapılmamıştır. En azından yaşadığım ilçe, Yüksekova, bu konuda başarısızdır. Olan olmuş dememeliyiz. Bundan öte, tüm konutlar liyakatiyle ve marifetiyle incelenmeli ve güçlendirilmeli ya da yıkılmalıdır. Hiçbir şey insan hayatından, candan önemli değil; bu şekilde ayağa kaldırılmalı kent. Sorumluluk alma zamanı gelip geçmiştir. Zaman içinde yine buna yönelik yazılar yazmıştım. Ama bu benim sorumluluğumu kaldırdığım anlamına gelmiyor. Bu şehir bizden, biz de bu şehirden sorumluyuz.
Kentimizde Kızılay şubesi var mıdır bilmiyorum, ama varsa, elinde olası bir depremde ilk yardım olarak çadır, konteyner, battaniye, vs. hayati öneme değer malzeme var mıdır? Belki bu bilgiyi kamuoyu ile paylaşmaları iyi olacaktır. Seyyar çadır hastane, mobil hastane görevi görecek araçlar da hayatidir. AFAD ha keza vazgeçilmez önemdedir. AFAD’ın yapacakları elbette marifetler içermelidir. Donanım, hem yeterli personel hem de alet – edevat bakımından verimli olmalıdır. Kuşkusuz, kuşkuya yer bırakmamalıdır. Belki yakın zamanda Bahçesaray’da yaşanan çığ felaketinin hazırlıksızlığını hatırlatmak gereği vardır burada. Kısacası yerel kurumlar, belediye, STK ve sorumluluk sahibi herkes bu konuda uyanık ve duyarlı olmalıdır. Halk da kaçınılmaz olarak, bu gerçekten itibarla davranış geliştirmelidir. Birimiz eksik kalırsa, diğerleri devrilir deyip, yerel bir söylence ile kapatalım bu yazıyı.
Aynı hanede yaşayan ev halkı ile birlikte evcil hayvanlar, tavuk, horoz, koyun – keçi, inek ve boğa da varmış. Ancak evcil olmamakla birlikte, hanede yaşayan fareler de varmış. Bir gün evin hanımı fare deliğine kapan kurmuş onu avlamak için. Bunu gören fare, kapana kısılıp öleceğini bildiği için telaşla düşünmeye, çareler aramaya çalışmış. Çünkü kapanın konduğu yerden başka çıkış yolu yokmuş. İçeride kalırsa hem kendisi hem de yavruları açlıktan ölebilirmiş. Deli deli düşündükçe, kahrolacak duruma gelince bir yolunu bulup evdekilerden yardım alma kararına varmış. Sıyrılıp, kapandan horoza gitmiş ve yardım dilemiş, “Bak” demiş “evin içinden, yuvamın önüne kapılmam için bir kapan konulmuş. Sen irisin, gelip şu kapanın mandalını düşürsen ben ve yavrularım ölümden kurtulup, yaşamımızı sürdürebiliriz.” Ancak horoz razı gelmemiş. Oradan bir koşu koyuna gitmiş. Hal meseleyi horoza anlattığını ama yardım talebini geri çevirdiğini, bunun üzerine kendisinden bu yardım istediğini söylemiş. Fakat horoz gibi, koyun da yardıma yanaşmamış. Çaresizce ve umutsuzca boğaya gitmiş, “Boğa kardeş, hal meselem budur. Eğer şu kapanın mandalını düşürmezsem kapılıp öleceğim ve içerideki yavrularım da açlıktan ölecekler! Gelip bir toynak vursan da kapandan kurtulsam” demiş. Horoz ve koyun gibi, boğa da bu isteğini geri çevirmiş. Bunun üzerine olacaklara razı bir şekilde gerisin geri dönüp, yuvasına gitmiş. Kapana kısılacağı günü beklerken, farenin kokusunu duyan kara bir yılan onun deliğine yönelmiş. Sessizce sürünüp, deliğe girecekken kapana kısılmış. Kapanın mandalı üstüne kapanınca, acıyla bir o yana bir bu yana kıvranmış. Gürültüye uyanan evin hanımı, fare kapana kısıldı sevinciyle koşup, elini kapana uzatınca yılan onu sokmuş. Feryatla bağırınca evin hanımı, onu kurtarmaya gelen ev halkı, evin hanımının yılan tarafından sokulduğunu anlar ve yılanı öldürüp, evin hanımını oradan alırlar. Olanakların olmadığı kötü zamanlarmış. Etraftan derman bulma arayışına başlamışlar. Ancak bir türlü çare bulamayınca, evin hanımı an be an kötüleşiyormuş. Günlerden sonra, bir yaşlı, horoz eti suyunun iyi geleceğini söylemiş. Hemen horozu yakalayıp haşlamışlar ve suyunu evin hanımına içirmişler. Bir zaman iyi olma belirtileri gösterince, ev halkı koyunu adak olarak kesip komşulara dağıtmışlar. Gelgelelim ki evin hanımı zehrin etkisinden kurtulamamış ve çok geçmeden ölmüş. Matem içinde defin edip, evin hanımı için taziye kurmuşlar.
Anlaşılacağı üzere, hepimiz aynı hanenin içindeyiz. Bu deprem belasını savuşturmak için birbirimize kenetlenip, önlemlerimizi almalıyız. Aksi halde olacakların önüne geçmek oldukça zor olacak. Telafisi imkânsız acılar içinde matemlere bürüneceğiz. Bugünden tez yok işe koyulmalıyız. Herkes üzerine düşeni yapmalı, dayanışmayı ve bilinçli davranmayı geliştirmeliyiz. Küçük çabalar çok şeyi değiştirebilir. Bana bir şey olmaz deyip, sorumluluktan kaçarak, gelebilecek tehlikelere kapı açmış olabiliriz.
İrfan SARİ
09 Şubat 2020
2’Nolu C.İ.K. / C – 26
ELAZIĞ