Hazırlıkları bir aydır süren bir geceydi kadim Amed şehrinde sanatçı ve entelektüel duyarlılığıyla programlanan ses verin Şengal ve Rojava’ya etkinliği…
Ortadoğu coğrafyası sanki Ege ve Yunan coğrafyasının tanrılar dönemindeki lanetlenmiş mekânlarına benzer bir varoluşla yokoluşu birlikte yaşıyor. Kan, gözyaşı, nefret, acı, zulüm, öfke, katliam; bir kılıcın ucundan akan, toprağı sulayan ve kan gölüne çeviren ağır bir tecessüs gibi.
Sanki bin yıldır acımasız bir savaşı yaşıyor gibi bu acılı coğrafya. Rahat yüzü görmedi hiç Ortadoğu coğrafyası.
Oysa petrol gibi kendine de dünyaya da yetecek muhteşem bir zenginliği, kudreti var. Sanki asıl bu güç ve diğer sahiplikler başının beladan kurtulamamasına sebep!
Dünyanın gücüne hükmetmeyi kendilerine kudret sayanlar, coğrafyanın sahipliği üzerinde ne gerekiyorsa yapıyorlar. Asıl sahipleri halklar ise telef ediliyor / telef oluyorlar.
Her defasında yeni katil sürüleri örgütlüyorlar. Yeni dönemin cellâtları, adına “İslam Devleti” dedikleri sanal bir devlet örgütlenmesi üzerinden sahici ve gaddarca katliamlar yapıyorlar.
Dünyanın “sahipliğine” soyunanlar ise adeta el ovuşturup “hele biraz daha olgunlaşsın” der gibi seyrediyorlar. Arada bir yüksek irtifadan birkaç bomba sallayıp sonra seyrediyorlar olan biteni, o kadar.
Silahı, külahı olmayan yürekli insanlar bu ebedi yok edilişe dur demek adına güçleri yettiğince “ses olmak” için gayret gösteriyorlar. İnandıkları davalarından gayrı hiçbir şeyi olmayanlar, sınıra sınırsızca yığılıp öte yakadaki cellâtlara bir taş atmak istiyorlar ve taş atımlık mesafede sınırda duruyor ve koridor oluşturuyorlar.
İşte bu kan ve gözyaşı ortamında Kürt entelektüelleri Amed Dicle Fırat Kültür Merkezi’nin ev sahipliğinde “Dengêk bidin Şengalê û Rojava” etkinliğini örgütlediler. 25 Eylül 2014 Perşembe akşamı eski adı Dağkapı Meydanı olan ve 1925 yılının 29 Haziran sabahı Kürt halkı adına isyan başlatan Şêx Seîd ve 48 arkadaşının asıldığı şimdi artık Büyükşehir Belediyesi meclis kararıyla Şêx Seîd Meydanı olan alanda bir gece yaptılar.
Gecede kırk civarında sanatçı şarkılarını, türkülerini, kilamlarını, sitranlarını okudular. Her biri bir parça okuyarak kendinden sonraki sanatçıya sırasını verdi. Seçilen parçalar ağıt havasında hüzün parçalarıydı. İnsanlar oraya eğlenmeye değil, küçük katkılarıyla destek olmaya gelmişlerdi. Şarkılar da konuşmalar da bu minval üzereydi.
Gece gerek organizasyonu gerekse katılımıyla amacına ulaşmıştı.
Gece bittiğinde yüzümü gece boyunca arkamı döndüğüm ve meydana cepheden bakan Roma Burcu’na bu kez yüzümü döndüm. İkibin yıldır orada öylece duran eski burçtan bir bez afiş sallandırılmıştı.
Afişin üzerinde kocaman karpuz ve insan suretleriyle fotoğraflar ve yazıyla “Diyarbakır Kültür ve Karpuz Festivali” yazıyordu. Şoreş, Rojin, Anadolu Ateşi…” filan… 24-25-26 Eylül Diyarbakır Valiliği, Tarım Bakanlığı logoları da altında düzenleyici kurum olarak ekliydi.
Karşısındaki platformda Kürtçe “Dengêk bidin Şengalê û Rojava”. Diğer yanda “Kültür ve Karpuz Festivali”…
Sur bedenine, burca yanaştım ve anlayacağı dilde sordum. Ne diyorsun ey taş. Dile geldi ve dedi ki; “Bedenimden kan sızıyor, kan. Soranlara bakmayın kan sızdığına kızılcık şerbeti içtim ondandır. Haydi, herkes yoluna!” deyiverdi.
Eve geldim üç gün önce aldığım karpuzu kesip, Diyarbakır’ın erimiş örük peynirine katık edip yiyeyim dedim. Karpuzun tadı kaçmıştı. Diyarbakır tabiriyle “geçmiş”ti, içi pörsümeye yüz tutmuştu.
O ruh haliyle oturdum ve bunları yazdım.