Kürtler cesetlerinin parçalarını moloz yığınları içinde gördü…
Parçalarını diyoruz ya!
Cumhuriyetin yaşı kadar eskidir bu mesele.
Tarihe dönüp bakınca her duvarda birkaç damla Kürt kanı, her yıkıntıda cesedi, her uçurumda bedeni duruyor. En son molozlar arasında Kürt gençlerinin, bebelerinin, kadınlarının bedenlerinden çıkan uzuvların görülmesi eski hesapların daha sürdüğünün en net halidir.
Eskilerden söz ederken aslında bugünü konuşuyormuşuz gibi geliyor.
Yani dün Dersim’de ne olduysa bu gün Kılaban’da olan biri birine taptaze benzeşiyor.
Newala Keseba’da, Zilan’da, Palo’da, Genç’te, Agiri’de ne olduysa bu gün Cizre’de, Sur’da, Silopi’de aynısı oluyor…
Sistem tamtakır işliyor.
Yuvarlak olan dünya kadar net dönüyor burada sistem.
Gever’de olup bitenlere bakıyorum da şaşırıyorum.
Ne ara bu kadar net çivilenmiş buraya sistem?
Bir karış toprak için birbirini öldürenler, kan davasına neden olan yol payı, düşmanlık vesilesi olan çöplük için ayrılmış birkaç metre topraktan gözünü kırpmadan vazgeçmek neden bu kadar basit oluyor.
Arkasına dönüp bakmadan evini barkını bırakmak niye bu kadar cazip?
Hani kaderden kaçılmazdı?
Dünyanın bir ucunda da olsan ecel gelip buluyordu hani?
Demir duvarlar arasında olsan kar etmezdi ecel için.
Bu çelişkiler neden bu kadar muazzam?
Dün uğruna kardeşini öldürdüğün toprağa ne oldu da arkanı dönüp gidiyorsun diye sormalı mı?
Yoksa susmalı mı?
Gideceğimiz yerlerin bize kucak açıp açmayacağını nasıl anlıyoruz?
Nasıl gidiyoruz, ecdadımızdan, çocukluğumuzdan, gençliğimizin anılarından?
Neyse…
“Gitmek bir tedbir” demeleri duyar gibiyim.
Dönüp hikayenin özüne baktığımızda tamtakır işleyen sistem için; isteyerek ya da istemeyerek “yardım yataklık” işlevinin güçlü bir şekilde sürdüğünü görüyoruz.
Her kesin var olan bahanesi aslında sistemin inceden inceye işlediği o ağın kendisi gibi duruyor.
Viraneye dönüşen şehirler.
Tabutluk bodrumlar.
Yakılmış bedenler.
Kurşunlanmış geceler ve gündüzler.
Yukarıdaki fotoğrafa baktığımızda öldüğümüzü sezinleyebiliriz.
“Terörist” denilen biz ölmüşüz.
Çünkü gidersek de, kaçarsak ta, kalırsa ta, yaşarsak ta, ölürsek de “teröristiz” resmi ağızlarda, tutanaklarda, ajanslarda…
“Çocuklar ölmesin” demek akademisyen bir ”terörist” biçimiyse, “doğama dokunma” demek anarşist bir “terörist” söylem tarzıdır polis muhabirlerince yönetilen medya gurupları için.
Devlet babanın baba adamları tarafından “aferin” ödülüyle ödüllendirilsin diye medya dediğimiz şey atmadık takla bırakmıyor.
Onun için sorun tepede bir yerlerdedir hep.
Onların algı yöneticileri durmadan çalışır, halk ise durmadan yoksullaşır, paranoyaklaşır, korku taşır, kaygı taşır.
Bir türlü toparlanamaz.
Sitem böyle istiyor.
Yani sistem istiyor diye, durmadan çatışıyoruz, durmadan yoksullaşıyoruz, durmadan özgürlüklerimize uzaklaşıyoruz. Durmadan… Durmadan… Durmadan…
Bir yerden başka bir yere giderek, linç edilerek, öteki olarak, vurularak…
O halde ürkütülmüş çocukları başka ürkekliklere terk etmeden kalıp direnmeli ve sitemi dönüştürmeli.
Kendi elimizle, kendi yöntemimizle ve direnerek.