Etrafımızda “dedi” dedikodusuyla yüklü onlarca kişi var. Hatta bu dedikodu türünün içine zaman zaman bizde giriyoruz. Masum olduğuna inandığımız bu dedikoduların altında tonlarca ateşleyici fitilin-lokumun olduğunu bilmemiz gerekiyor.
“Filankes dedi ki” diye başlayan ve abartılarla süslemeye başladığımız o dedikodunun zamanla büyüyerek çok nahoş hadiselere neden olduğunu bilmeliyiz. Esasen dedikodunun her türlüsünün ne kadar kötülük içerdiğini bilmeyen yoktur. Nerdeyse ona rağmen bu gelenekselleştirdiğimiz meselden uzak duramıyoruz.
Dedikodu alışkanlık değil bir hastalıktır.
Hastalık, nasıl ki bitap düşmüş ya da takatsiz kalmış bedenleri tercih ediyorsa dedikodu da cahil ve bencil kişileri yakalayıp onu sömürüp kendine bağlı hale getiriyor. Bundan kurtulmakta pek kolay olmuyor. Çünkü bulaşıcı hastalık gibi etraftaki sağlıklı bedenlere de sıçrama özelliği gibi kolu komşu, arkadaş, akraba, çoluk çocuk üzerinde de etkili olabiliyor.
“Dediler ki, diyorlar, duydum ki” şeklinde de başlayan ve kendisini sözüm ona uzağında tutan ama o bağnazlığın içine saplanmış kişilerden de olmamak gerekiyor. Bu gün çoğu namus cinayetlerinin en dramatik öyküsünün içinde böyle başlayan ya da masum gibi görünen dedikodu mekanizmasının yattığını bilmeliyiz.
Yine aşiretler arası, aileler arası, eşler arasında yaşanan tatsızlıklarında ana damarında böyle bir virüsün yaygınlaştığını anlayabilmeliyiz.
Biri kendini masum gösterip uyanıklık fantezisi içinde “dedi” diyor diğeri alnın ortasına ko(n)du-ruyor.
Felaketin tellalı bu türü kullanırken kendini kenara çekmek ise şeytanca bişeydir. Bakınız bir Kürt atasözü söyle der. “Agir berda komê, çû serî zomê” bir kümeyi ateşe verip kendini sağlama çekmekle anlamlanacak bu sözün altındaki şeytanlığı dedikodu cinsinden açıklamak mümkündür.
Kurnaz olmak olarak algılamak isabetli olmaz çünkü kurnazlık kendi namı hesabına çıkar gözetmektir ama dedikodunun sonunda gelişen vakalar genelde bu tür eylemin içine giren ve kendine çıkar gözetenlerinde zarar gördüğü olmuştur olmamış olsa bile çoğu kez etrafındakilerin zarar görmesine vesile olan fitneliğinden kendide harap olmuştur.
İspiyonculuğun kamufle edilmiş cinsidir dedikodu.
Yani kasten birini gammazlamak halidir bir şekilde. Yani birini arkadan bıçaklamak gibidir Kalleşçe…
Basit insanların mekaniğinde, biyolojisinde yoğunca bulunan bu virüs türü bazen kendini üst mekanikte tutan yöneticilerinde kanında bulabiliyor. Hatta kitleleri yönlendiren sevk ve idaresini yapanların da zaman zaman böylesi bir mekanizmanın arkasına saklaması gibi bir durum ortaya çıkabiliyor.
Saklanmak, gizlenmek için çok iyi hazırlanmış bu menü iştah kabartabilir ama en sonunda insanların sinirlerini, yaşamını, işini kısacası bütün her bişeyini kabartıyor.
Biliyorum bu yazı okunsada bu hastalıktan kurtulamayacak onlar hatta benim bu yazımı da “dedi” şeklinde yorumlayacaklar ve hastalıklarına biraz daha şeker sandıkları zehiri katacaklardır. Anlıyorum ki onlardan kurtulmak pek mümkün olmayacak ama tedbirli olmak gerekiyor.
Mesela onların “dedi” dediklerini önemsememek ya da önemseyeceksek aslı-astarını araştırıp mümkünse durumu kavradıktan sonra müdahil olmak ya da işi biraz erteleyip zaman içinde unutmayı sağlamak.
Biliyorum insanın etine batmış bir bıçağı his etmemek normal değil. Hatta vücudumuzun bir yerine batmış bu bıçakla yaşamak hiç normal değil ama en azından kendi kendine o bıçağa müdahale etmektense işi en yakın uzmana havale etmek hayatımızı kurtarabilir.
Tabi en önemlisi bu dedikodu çarkının dişleri arasına girmemek ve ondan uzak durmaktır.
Başkaları hakkında yapılacak bu tür dedikoduların bir gün bizim içinde kurulabileceğini empati edersek kendi hayatımızı daha da mutlu sürdürme olanağını yaratmış oluruz.
Dedi-dedikodusu hastalarına olsun bu yazı.
Dedi-dedikodu
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.