Akdeniz"e kıyısı olan bu sıcak ülkenin dünya siyasetindeki rolü kadar Ortadoğu siyasetindeki önemi de varlıksaldır. İsrail"den söz ediyorum.
19. YY sonundan itibaren İsrail"in devlet olma çabaları 14 Mayıs 1948 tarihinde sonuçlanmıştır.
Bu tarih Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak ordularına rağmen günümüze süregelmeyi başarmıştır. Aynı zamanda dünya güçleri arasına girmeyi aşıp neredeyse lideri olmuştur. Filistin"de tahribatı, baskıyı, zorbalığı, kıyımı hiç eksik bırakmamıştır. Bu anlamda Yaser Arafatın ömrü vefa etmemiştir mücadelesinin semeresini görmeye. Sanırım birçok liderini de bu gidişle bu semereden mahrum bırakacağa benzer.
En son Gazze kuşatmasında insanlığı ağlatacak kadar zalim davranarak dünyadaki kabadayılığını ilan etmiş oldu. Sivillere karşı acımasız tutumu bütün dünya tarafından hayretle karşılanıp izlenirken sokaktaki vatandaşın tepkisi de kendini açığa çıkardı. Vatandaşa kalsa gidip İsrail"in yaptığı zulmü ona uygulamak gerekiyordu.
Diplomasi girişimin sağlanması da bir nebze bu sokak tepkilerinin sonucudur. ABD siyahî iktidarın telaşı ve şaşkınlığı içindeyken AB küresel krizin etkisinden çıkmayı düşünüyordu. Bu seyirde Türkiye kızgınlaşıyor ve sokaklarda barut fıçısına dönen bir atmosfere giriyordu.
İşlenen bu cinayetlere karşı tepki vermek lazımdı elbette. Hem de insan olunacak kadar tepki vermek şarttı.
Oralarda çocuklar, kadınlar kısacası savunmasız siviller açlıkla, kurşunla, şarapnellerle kıskaca alınmış ölümüne emir verilmişken dünyanın her tarafından tepki gelmesi de çok doğaldı.
Ne gariptir ki Kürtler de hemen hemen hergün baskılara, tutuklamalara maruz kalırken kimseden tepki gelmiyor olması insanı düşündürüyor.
Hatta diyesi geliyor insanın, bu ayrımcılık ya da Kürtlere karşı bu umursamazlık neyin nesi. Acaba Kürtler öldürülürken, asit kuyularında eritilirken, çarşı merkezlerinde vurulurken, dövülürken, sövülürken tepki vermeyen insanlar nasıl oluyordu da Filistin"deki bu kıyıma gözyaşı döküyordu.
Ama ne olursa olsun bir yerde insanlar yıkımdan geçiriliyorsa orda olmak gerekliydi bunu yinelemekte geri kalmamak lazımdır.
İşte bu süreçte Davos"ta ki panelde başbakanın uzun bacaklarıyla üç adımda toparlanıp salonu terk etmesi kesinlikle önem taşımaktadır.
Dostlar arasında böyle sürtüşmeler, kızgınlıklar olabilirdi önemli olan bu kızgınlıkların kalıcılığa dönüşmemesiydi. Bunun için İsrail ile yapılmış silah anlaşmalarının eğitim işbirliğinin temellerinin sarsılmaması lazımdı. Yüzeysel bir tepkinin dünyaya vitrin dilmesi aslında bu süreçte geliştirilmiş en büyük politik adımdı.
Benim için bu saatten itibaren Davos bitmiştir. Cümlesi ise zamana ve mekâna uydurulmuş en büyük slogan oldu şu süreçte.
Perez, Erdoğan"dan öldürmeyiniz sözünü duyarken kim bilir aklından bana bunu söyleyene bakın diye geçirmiştir.
Ama yine de böylesi bir panelde başbakanın aşırı tepkisini de anlamak pek zor değil. Çünkü karşısına Kürtler çıkacaktı.
Eğer Davos"ta Kürtler ihtimali olmasaydı bu panel terk edilmez terk ettirilirdi.
Sırf yirmi beş dakika konuşturuldu diye Perez"e bu kadar tepki gösteren başbakana neredeyse cumhuriyet tarihi boyunca konuşturulmayan Kürtler hatırlatılmalı aslında.
Ve bu çıkışının ardında milli menfaatler söz konusu ise dostlukların devam edebileceği yönündeki açıklama da.
Ama gerçek olan bir şey var bu Davos şov çok konuşulacağa benzer.