Bilirsiniz o büyük usta Salvador Dali’yi ve yarım insanlarını, tablolarını…
O, tablolarını çizerken yarım bırakırdı hep insanları, nesneleri. Diğer yarısını tamamlamamızı istercesine… O’nun tablolarını izlerken mutlu bir hüzün sarar insanın yüreğini. Öyle bir hüzün ki insanı üzmeyen, yaratıcılığa iten…
Ülkemizin tabloları ise sadece hüzün ve acı bırakır bizde. Yaratıları alıp götürür bizden. Çünkü Dali’nin yarım insanları hep tablolarda kalırdı; ama bizim yarım insanlarımız maalesef tablolarda kalmıyor.
Bizim yarım insanlarımız rutubetli hapishanelerde. Dağlarda, ülkenin sokaklarında, köylerde, memleketin her yerinde…
İyi hatırlıyorum 98 yılında daha çok gençtim. Çocukluğumu belki henüz bitirememiştim. Şu an müze olan Meşhur Ankara Ulucanlar Kapalı cezaevinde yatarken Salvador Dali’nin tabloları yoktu orada; ama kaldığım koğuşun yarısı yarım insandı diyebilirim.
Birey olarak, fikir ve düşünce olarak belki bir insandan daha fazlaydılar onlar; ama bedenen çoğu yarım insandı işte. Kimisinin kolu, kimisinin ayağı, ayakları; kimisinin gözü ya da gözleri yitip gitmişti koca yalan ‘binyıllık kardeşlerin’ çirkin kavgasında.
Kimisinin ciğerleri çürümüştü rutubetli duvarlardan, havasızlıktan, kimisinin böbrekleri… Kimisinin açlık grevlerinden dolayı midesi artık yemek tutmuyordu. Her şeyi kusuyordu.
Aradan epey zaman geçti. Fakat koca yalan ‘binyıllık kardeşlerin’ kavgası katmerleşerek devam ediyor hala. Hapishaneler de yine tıklım tıklım dolu şimdi.
Ve her yerde yarım insanlar… Yine açlık grevleri... Her hapishanede uzuvları birer birer dökülen, gün geçtikçe de yapraklar gibi dökülecek insanlar, yarımlaşacak insanlar. Sonra da peş peşe gelecek olan ölümler… Dile kolay.
Kim bilir bu son, ölüme gülümseyerek giden açlık grevinde kaç yürek yanacak, kaç ocak sönecek.
Çıldırmış mı bu insanlar, neden bedenlerini çürütüyorlar, bedenlerinin diğer yarısını kaybediyorlar, neden gencecik canlarını ölüme adıyorlar, ateşe veriyorlar!
Ozanın dediği gibi ‘daha demincek’ Çelê’nin Kazan köyüne düşen ve Azize Çetin'i öldüren top mermileri de 6 çocuğu annesiz bırakarak yarım bıraktı yine. 6 yarım çocukinsan daha yani… Uğur Kaymazların, Ceylan Önkolların, Mehmetlerin, Egitlerin annelerinin yarım kaldığı gibi…
Egit dediğim için içerlendiniz mi yoksa? O çocuklar sizin Mehmetleriniz, diğerleri de başka anaların Egitleridir unutunuz mu?
Kendimden bilirim, annemden... Yıllar önce 25 yaşındaki yakışıklı ve karizmatik ağabeyim Zap suyunun acımasız ve hırçın dalgalarına kapılıp gitmişti. Aradan 25 yıl geçti ama acısı annemde hiç geçmedi.
Bunca zaman annemin onu anmadığı, onun için ağlamadığı bir gün, bir an bile olmadı.
Bunca zaman annemin yarım kalmadığı bir gün bile olmadı. Daha dün gibi… Bunca zaman bir avuç kalmış annemin her namaza durduğunda gözü yaşlı olarak selvi boylu, gencecik yarım kalmış bedenlere dua etmediği bir gün bile geçmedi.
Ve yine kendimden bilirim. Bu topraklarda oldum olası hep paramparça olmuş Roboskiler, açlık grevleri, top mermileri, parçalanan Ceylanlar, kurşunlanan Uğurlar, kendini yakan Serdar Yektaş’lar, Evrim Demir’ler, fakir ‘binyıllık kardeşlerin’ asker-gerilla çocuklarının kanı ve ölümler…
Size sır olmayan bir şey söyleyeyim mi? Korkarım bu gidişle bu memlekette daha çok yarım kalacağız.
Çünkü kendini umut olarak gösterip gelen muktedirler gidenleri aratınca duman sardı memleketi. Dağla, taşlar, ovalar viran şimdi. Analar daha da ağlamaklı, vicdanlar ise huzursuz…
Unutma ki Türkiye cumhuriyet olalı en güçlü başbakan, Mademki yetkin herkesten daha fazladır, sözünün üzerine söz yoktur. Mademki en muktedir olan sensin, ülkede her yarım kalan bedenin, her dökülen bir damla kanın vebalinde de payın o kadar fazladır.
Size sır olan bir şey söyleyeyim mi? Bu memlekette yarım kalan anneler, çocuklar, bedenler için ağlamayan namerttir diyesim var.
Çünkü Memleketin her yerinde yarım insanlar… Memleketin her yeri Dali’nin tabloları…