2015 Haziranından bu güne doludizgin bir gündem içindedir ülke.
Yeri göğü inleten bombaların, göğü ustura gibi kesen bombardıman jetlerinin, dur durak bilmeyen savaş helikopterlerinin nerdeyse saniye durmadığı olağan üstü zamanları kovalayan insan hakları ihlalleri…
Siyaset cephesinde de korkunç bir savaş var.
Barış mitinglerine bomba yerleştirecek kadar cani adamların çoğaldığı vakitler ülkesi olmuş Türkiye.
Öylesine bir düşmanlaşma zamanıdır ki; insanlar karakollara alınıyor, işkence ediliyor ve bir daha geri dönmüyor. İnsan can ve mal güvenliğinden sorumlu devlet, kaybolan insanlara dair tek bir söz etmiyor.
Bin yılların kentleri; tanklarla topa tutuluyor, adeta yerle bir ediliyor.
İnsanların bedeninden kopan parçalar çöplüklerde görülüyor.
Hurdaya dönmüş kentlerin arasından çürümüş insan etinin kokuları yükseliyor.
Hayatı okumak neredeyse imkânsızlaşmış
Adeta insan bu dünyaya “İnsana zülüm etmeye gelmiş” sanırsınız.
Bodrum katlarına sıkıştırılmış, üzerine benzin dökülerek yakılan gencecik insanlardan tutun da kedi ve köpeklere atılmış cesetlere kadar katı savaş gerçeklerine tanıklık ediyoruz hala.
Yaşadığımız çağın tanığı olarak: olup bitenlerin karşısında şaşırmayacak kadar deneyimliyiz aslında.
Çünkü işkenceyi çok evvelden biliyoruz, katliamları, yok saymaları, baskıyı, öfkeyi, düşmanlığı…
Bir vadiye boşaltılan cesetleri, bir dere içine verilen cansız bedenleri…
Bilmediğimiz görmediğimiz hiç bir şey kalmadı yaşamaktan başka.
Yaşamayı bilmiyoruz.
Yaşamayı haram kılıyor sistem.
“Yaşamaktan başka her bir şeyi öğrenin ama yaşamayı öğrenmeyin” diyebilen bir geleneksel yönetim tayfasıyla karşı karşıyayız dünden bu güne.
Ve etrafımızda tüm olanlara “Yaşam” diyen çoğunluk…
Akşam karartısıyla başlayan bir kaçakçı yolculuğunun sonunda ölümü f-16 uçaklarıyla yaşayan çocuklar. Sokağın orta yerinde gaz fişeği kapsülüyle öldürülen kadınlara kadar uzayan ölüm cenderesi…
Yıllarca okuyup, yoksulluğun hakkından gelmiş mucize çocukların öğretmenlerini görevden uzaklaştırmak hem de sudan ucuz bahanelere sığınarak ve “suça meyilli” deyip “zanlı” yapma/gösterme cüretti.
Gazeteci “suçlu”
Doktor “suçlu”
Yazar “suçlu”
Akademisyen “suçlu”
Kürt “suçlu”
Alevi ”suçlu”
Suçlular ülkesine dönmüş seyri zamanlardan yazıyorum işte.
Şimdi idare çıkmış “Doğu ve Güneydoğu Anadolu” Bölgelerine ekonomi “paket”leri açmayı tasarlıyor. Evet, tasarı iyi… Ancak yaşama geçirmek için koşullarının hazır olduğunda emin değiller.
Keza kentler hala yıkılıyor.
Hala işsizlik kıvranıyor, can çekişiyor.
Üretim sıfır.
Bütün alanlar “Özel güvenlik bölgesi”
Tabiri caizse insanlar evinin kapısını açamıyor.
Şiddet ders kitaplarında konu haline gelmiş.
Hayal kurmak bile hayal olmuş.
Ülke topyekun üretimden düşürülmüş, komşularla ilişkiler bitmiş, sınır tanımayan hak ihlalleri tavan yapmış.
Ekonomik kalkınmışlığa önemden dolayı “Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi” için ekonomi paketleri açıklamak gerçekleri örtbas etmektir.
50 yaş üstü her birey bilir ki; bu ülke yaşları kadar paket açtı ama hiçbiri hayat bulmadı. Hayat bulması da bu şiddet atmosferinde mümkün değil.
Gerçekleri görmeden sarf edilmiş vaatler, günü geçiştirmek ve belli kesimlere umut tacirliğinden başka bir şey olmaz.
Ekonomik istikrar siyasal çözümlerden beslenir. Onun için vaatler umut tacirliğinden başka şey değildir.
Her şeyden önce yeniden yapılanma ve kalkınma için açıklanan rakamlardaki kaynakları nereden bulunacağına dair de açıklama gereklidir.
Yatırım kaç yılda sağlanacak.
Eğer bu konu da gerçekçi veriler ortaya konulursa, ekonomiye dair güven merkezine oturabilir.
Bölgede ekonomik yatırımlar için güven ortamının sağlanması da ayrıca üzerinde durulması gereken esas konudur. Fabrikayı açmak kolaydır onu işletmek için kalifiye eleman, pazar ve hammadde kaçınılmazdır.
Ulaşım maliyeti ayrıca bir önemli kalem olarak duruyor.
Konut yapımında da kentsel dokunun muhafaza edilmesi, yaşam alanlarındaki estetiklere önem verilmesi lazım gelmektedir.
Yoksa göç kaçınılmaz olacaktır. Yapılacak konutlar ise kiraya verilip yapı ömrünü tamamlamayı bekleyecektir.
Anlayacağınız; bir yandan savaş bir yandan da ekonomi yaratmak oldukça zor hatta mümkün değildir. Olsa olsa insanları oyalamak olur bu vaatler ve politikaların sonucu.
En azından buradan böyle okunuyor bu durum.
Ha! Bir şey daha…
Ekonomiye nefes aldırılmazsa, ülkenin nefessiz kalması da mümkün olur. Bu felakete gidilmesinin önünü de toplumsal öğeli demokratik adımlı politikalar açar.