Yıllarca resmi zihniyetin Kürtler üzerinde estirdiği insanlık dışı uygulamaların karşısında bedenlerini duvar yapanların verdiği mücadelede yokluğu, yoksunluğu, dışlanmışlığı, ötelenmişliği berrak bir şekilde gördük. Her gördüğümüz kare karşısında yüreğimizde bir isyan emri ve gözlerimizde yaş seli oluştu. Alnımız kimi pişkinler gibi ensemize kadar açık olmazsa bile onların tanışmadığı onur kadar açıktı.
Köylerden; kentlere, metropollere doğru zorla göç ettirilen Kürtlerin kabahati Kürt olmaktı sadece. Soy secceresinin bütünü koparıldıkları o topraklarda yaşamış mezarları, evleri, bağları, bahçeleri hep o topraklardaydı. Bir gün, ya da bir sabah, bilemedim kuşluk vakti “emir” yağdırılıp köklerine kadar işlemiş bu topraklardan zorla çıkarıldıklarında onları dışarıda neler bekliyordu habersizdiler.
Okul okuyamadılar, işsizlikte canları çıktı ya da işin en ağır olanında karın tokluğuna çalıştılar. Bilmedikleri bir coğrafyada çoğu kendi dillerinden farklı bir dile konuşanların arasında yalnızlaştıkça yalnızlaştılar.
O çok tanıdık “kader” teslimiyetinden uzak bir sürgünün mengenesinde direnmeye çabalarken yaşamanın bütün bedellerini veriyorlardı. Onlarla ilgili duyduklarımız, gördüklerimiz içimizi sızlatıp uykularımızı kaçırıyordu. Ne kadar berbat hallerin içinde olduklarını düşündükçe aklımızı kaçırıyorduk. Millileşmiş güvenliğin Kürtler için adı sürgün, işkence, hapis, faili meçhul, yargısız infaz oluyordu.
Buna karşılık Kürtler onur mücadelesi içinde irade hâkimiyetine doğru sesini ve soluğunu ulusa ve uluslararası alana taşımayı başardı. Nitekim hiçbir zaman bu kadar güçlü bir şekilde Kürt meselesi tartışılmamış ve barış bu kadar yakın olmamıştı.
Tamda bu noktadan Kürtlerin toplumsal kazanımlarını ve toplumsal davranışlarını güçlü kılması gerekliliği doğmaktadır. Daha çok okumak ve çocuklarına okumayı daha çok sevdirmek hatta şart koşması lazımdır. Konuşma diyalektiğini duruşuyla bütünleştirmesi gerekiyor.
Ki geçmişteki bütün yaşanmışlığın esaretini üzerinden atabilsin.
Çünkü sürgünü ve sürgünün getirdiği aşağılama biçimindeki yaşamı onun kadar kimse bilemez. Yüz binlerce kürdün birebir muhatap kaldığı o çağ dışı uygulamanın toplumun hiçbir katmanında yerinin kalmadığını Kürtler bilir elbette.
Dünyada faşist cunta yönetimlerin uygulamaları arasında olur sürgün.
Şimdi yaşadığımız kentte iki aile arasındaki kavganın direk kişilere değil bütün bir aileye oradan da Hakkâri’nin bütününe yayılan huzursuzluğunun bir sürgüne neden olduğunu duyuyor ve ezikliğinin şaşkınlığını yaşıyorum.
Evet, tamda ülkede barışın ve güvenin konuşulmaya başlandığı bir dönemde haktan, hukuktan, demokratik eylemden en çok söz eden ilimizde birkaç aile iç sürgüne tabi tutuluyor ve maalesef ki ilk sürgünler yola koyulmuş bulunmaktadır.
Sırf bu yüzden onlarca aile kaç aydır kapalı kaldıkları evlerinden çıkamaz olmuş, çocuklar okullarına gidememiş, esnaflar işyerlerini açamamış, memurlar görevlerine gidememiş bir ceza evi hayatı yaşamıştı. Bu da yetmezmiş gibi töre safsatası gibi kararla evlerinden yurtlarından sürülmüşlerdir.
Bu insafsız karara karşı koskoca Hakkari duramamış aslında bütün bir Hakkari halkı sürgün edilmiştir.
Bu kendi başına buyruk karar karşısında Hakkari’nin bütün çocukları cezalandırılmış oldu. Bütün yetişkinleri ve bütün kadınları cezalandırılmış oldu.
Bütün otoritelerin üstüne çıkan ve bütün otoriteleri hiçe sayan bu kararın yarınlarımıza dair tehlike tohumları ektiğini bilmeliyiz.
Yarın bu kararın emsal olamayacağını kimse söyleyemez. Teminatı yoktur bu işin.
Hakkari’nin göbeğinde çağ gerisi kararların uygulanıyor olmasına şaşırmak, kızmak ve üzülmek sadece ne halde olduğumuzun göstergesidir.
Bireylerin vurdumduymaz ve fırsatçı kimlikleri yüzünden toplumun cezalandırmasına, kayıtsızlığımıza korkuyorum. Korkuyorum çünkü bu kararı kendine rehber edecek bir nesil ve bu kararla öcünü almaya çalışan mağdur bir nesil büyüyecek.
Ve o zaman cennetinden kovulanlar ile cennetten diğerlerini kovanların düştükleri çaresizlikte vicdan azabı ve günahla yaşayamaz olcağız. İki tarafın da onarılamaz tahribatları karşısında çürüyüp gideceğiz. Bize barış, bize özgürlük uçan güvercinden öte anlam teşkil etmeyecektir.
Unutmayın birimiz tehdit altındayken biliniz ki diğer herkes ve bizde risk altındayız. Hayat içinde birbirimize güven ve güç vermedikten sonra çekilmez olan hayat değil ömrümüz olur.