Günümüz Türkiye’si sistematik yok sayışın görev alanlarını giderek genişletiyor. Bu anlamda hızla geri kalmış toplumların gerisine doğru gittiği doğrusu her gün biraz daha somut tanımlanıyor artık.
Biliyorsunuz; kuruluşundan bu yana “Kürt yoktur” ya da “Kürt meselesi yoktur” inkârından vazgeçmedi. Atatürk posterlerini, büstlerini indirdi yer yer ama “Kürt Yoktur” demekten vazgeçmedi.
Kurucu Cumhuriyetin yeni nesilleri yetiştirirken başvurduğu ant; yani Türkiye’de yetişen tüm halkların çocuklarına zorla okutturduğu “Gençliğe Hitabe” artık zorunlu olmaktan çıkarıldı ama “Kürt yoktur” inkârı daha da kalıcı kılınmaya ve bunu üst perdeden okunmaya başlandı.
Kurucu özelliklerinden kısmen ayrılabilir bir noktaya gelen sistem, Kürt inkârı konusunda ilk gün inatçılığını sürdürüyor.
Mehmet Uzun o naif adam diyordu ya;
Kürt yok diyordu.
Kürt yok! Güneş yok dermiş gibi,
Ay yok, yıldız yok dermiş gibi.
Bir halk nasıl inkâr ediliyordu!
Elbette mesele sadece burada şifrelenmişti, bir halkı yok saymak: özünde tüm halkları, hatta kendini yok saymaktı. Yaşayan tüm canlıları, ormanları, denizleri, dağları, vadileri, okyanusları yok sayma anlamına gelirdi.
İnkâr temelli bir sistematik kendini muhafaza edebilmek için her şeyi inkâr etmeliydi. Zaman zaman kendi söylediklerini de, kendi kurallarını da, kanunlarını da inkâr etmeliydi ki varlığını sürdürebilsin.
Yaşam pratiğimiz inkar temelli varoluş konusunda göstermiştir ki; inkar, inkarcıyı da içine alarak bir gün kendini inkar noktasına taşır.
Nitekim ülke yöneticisi bu gün kendi anayasasını, hukukunu hiçe sayan ve ret eden noktaya gelmiştir. Bu bir tesadüf değil, inkar silsilesinin geldiği zaman dilimidir. Gerçeğin er geç gün yüzüne çıktığı zamandır artık.
Doğal sonuç olarak yöneticinin yeni bir inkar sistemini oluşturabilmesi için kriz ayartması gerekiyor. Herkesle çatışması kaçınılmaz oluyor. Çatışma, kriz, kaos iktidarın ana gövdesini sarsıyor gibi görünse de esasen otoritenin itaate dayandırılması meselesidir.
Bu bağlamda; iktidarın temellendirilmesinde Max Weber’in geleneksel ve karizmatik otorite tiplemeleri bu günün Türkiye pratiği ile buluştuğunu söyleyebiliriz.
Geleneksel, karizmatik otorite tam anlamıyla ve her yönüyle topluma sirayet ettirilmiştir. Liderin olağanüstü nitelikleri var kabul ediliyor ayrıca gelenekler ve yerleşik inançlar haddinden fazla bir genişlemeye doğru gidiyor.
Hem geleneksel hem de karizmatik otoritenin içinde olmadığı, Hukuksal Otorite için çaba ve gayret sarf edilmeli mücadele sahası genişletilmelidir.
Yoksa “Kürdün inkarı” inkarcıya yetmeyecektir.
Bu alanı genişletecektir. Nitekim Alevi’yi, gayri Müslim’i, LGBT’yi, Solcuyu, Devrimciyi inkar alanına çekti bile. Belki Kürdü inkar ettiği gibi sesini yükseltmiyordur ama sürekli baskılayarak, hedefleyerek inkar noktasına taşıyor.
Böyle de kalmayacak, işçiyi ve sendikalaşmayı çoktan kapsamına aldığı gibi, yaşamın diğer organizasyonlarını da kapsayacak şekilde büyüyecek. Çünkü ruhunu besleyen sömürü oluklarına ihtiyacı var.
Her kesi ve kesimi, iliklerine kadar sömürecek yöntemi de elindeki güvenlikçi politika ile “uslu çocuk” moduna sokmaya çalışacak. Sanki bu nokta da bir ciddi ilerleme de kaydetti.
Çarşıda pazarcıya, sokakta kağıt toplayıcısına kadar inen baskı da aslında inkar temelli politikanın sonuçlarındadır. Evvelden esnafa, tüccara uyguladığı baskı zaten görünür kılınmıştı, sesini çıkarmayacak kadar da hizaya sokmuştur.
Doğayı talan, doğaya karşı savaş ise son hızıyla devam ediyor. Bu haller iktidarın biçareliğinin fotoğrafını iyice belirginleştiriyor bir yandan.
Kriz ve kaos politikası dediğimiz gibi kağıt toplayıcısının çek çekini elinden almaya sevk etmiştir. İyice köşeye sıkışan inkar politikasının sonuçlarından biri haline gelmiştir.
İnkar, iktidara her şeyi söyletme ve yaptırma boyutuna geldi. Örneğin; diyetisyenlerin bile belli kriterlere dayandıracağı “Porsiyonunuzu küçültün” söylemi gibi. Akıl sağlığını yitirenlerin belki söyleyeceği “Evinizi az ısıtın” cümlesi gibi. İyice zıvanadan çıkanların kullanacağı “Bayat ekmekten dört çeşit yemek yapın” ifadesi gibi. “Son kullanım tarihi geçen ürünleri yoksul halka dağıtın” diyen ve sonu gelmez bu zihniyetin, avamlığın geldiği nokta gibi.
O kadar saplanmışlardır ki bu duruma; sahip oldukları zihniyet isteseler bile değişemez. Makam ve güce ulaşana kadar yaptıkları rol biter. Açık vermeleri bu dakikadan sonra her adım başı kendini dışa vurur.
Ancak bu politika iktidarın ömrünü uzatmaktan çok, kökten bertaraf edecek gibi görünüyor. Denilebilir ki halkla uğraşmak, halklarla uğraşmak sonuç almaktan uzak bir ihtimaldir. Hiç şüphesiz bir sonuç vardır bu da halkın er ya da geç kendi iktidarını kuracağıdır.
Öyle görünüyor ki: kağıt toplayıcılarına ait ve toplatılan çek çekinin altında kalacak kadar zayıflattı onları inkar.