Dünyanın değişik coğrafyalarında çatışmalı süreçleri yaşayan toplumların günün birinde“masaya oturup” meselelerinin çözümüne dair akıl yürütmeleri gündeme geldiğinde vazgeçilmez olandır akıl fikir sahibi olan ve gün, devran görmüş mutedil insanlardan yararlanmak. Bu Güney Afrika’da, İrlanda’da, Filistin-İsrail çatışmasında, İspanya’da ve diğer birçok yerde böyle olmuştur.
İkibinli yıllarla birlikte ana başlığının “Çatışma Çözümü” olarak ifade edileceği; “Çatışmalı Toplumlarda Anlaşmazlığın Çözümünde Arabuluculuk” meselesi diyebileceğimiz mevzu, konu ile ilgili Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşlarının ilgi odağı olmuştur. Bunların başında gelen de elbette Oslo Barış Araştırmaları Enstitüsü’dür.
Ocak 2013 itibariyle bir yıldan fazla bir zamandı kesintiye uğrayan Abdullah Öcalan ile yürütülmesi gereken görüşmelerin yeniden, hem de gerek devlet, gerekse Barış ve Demokrasi Partisi ile Demokratik Toplum Kongresi temsilcilerinin icabetiyle yeniden başlaması çözüme dair umutları yeniden yeşertti, canlandırdı.
Newroz günü yolladığı mesaja adeta mutabakatla kilitlendiği ve Kürt halkının desteklerini dillendirdiği Öcalan, “Akil Şahsiyetler” meselesini de yeniden gündeme getirdi.
Şubat 2013 içinde Diyarbakır’da Diyarbakır Barış Meclisinin barış sürecine dair yürüttüğü bir günlük çalıştaydaki kısa konuşmamda “Akillik Meselesi”ne de değinmiş ve o ana kadar birçok kesimin “Akil Adamlar” vurgusunun iki açıdan sorunlu olduğunu dile getirmiştim. Biri cinsiyet ötelemesi nedeniyle “Adam” kavramından vazgeçilerek “Akil Şahsiyetler” kavramının kullanılmasının uygun olacağına vurgu yapmıştım. İkincisi de akil olarak öne çıkarılacak şahsiyetlerin gerçekten ve her yönüyle akilliği hak eden hem temiz hem de sivil toplum kimliği ya da kişilik anlamında üzerinde tartışma yaratacak ve soru işareti taşıyacak şahsiyetlerden oluşmaması gerektiğine parmak basmıştım.
Barış Meclisi çalıştayının katılımcıları kimi akademisyenler “Böyle bir akillik meselesi bir ihtiyaç mı, tartışmalıdır” diye yüksek sesle muhalefetlerini dile getirmişlerdi. Şimdi görülüyor ki; ihtiyaç(mış)…
İster istemez 1997 yılına gitmek durumunda kaldım. Kısa adı “TOSAV” olan “Toplum Sorunlarını Araştırma Vakfı” adlı bir vakıf kurmuştuk 1995 yılında. Ülkede o günlerde de adı “Kürt Sorunu” olan ve en can yakıcı günlerini köy boşaltmalarıyla, faili meçhullerle, kayıplarla yaşayan / yaşatan günlerdi.
Bir grup Türk ve Kürt şahsiyeti her biri değişik siyasal eğilimlerden insanlar toplaşmış fikir yürütmüş, bu meseleye çözüm üretmek anlamında “Ne yapılabilir?” sorusunu sormuş çözümler aramıştık. Yaptığımız çeşitli çalışmaların yanında 1997 yılı içinde Oslo Barış Araştırmaları Enstitüsü ve Avrupa Ortak Zemin Merkezi temsilcilerinin de katılımıyla “Deneyim Paylaşımları”nın da gündeme alındığı; Paris, Brüksel ve Lugano’da dörder aylık zaman dilimleri içinde her biri birkaç günümüzü alan beyin jimnastikleri yapmıştık.
1997 yılı sonunda ortaya çıkan ve şimdi elimde maalesef hiçbir verisi olmayan “Ortak Mutabakat Metni” dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz’a kadar ulaşmıştı. “Dönemin hassasiyeti” ve henüz böyle bir “Çatışma Çözümü”ne ülkenin hazır olmadığı gerekçesiyle gündeme taşınamamıştı. Ortak Mutabakat Metni, Türkçe, Kürtçe ve İngilizce olarak basılmıştı. Kürtçelere matbaada el konulmuş, dönemin Ankara Cumhuriyet Savcısına vakıf kurucuları olarak ifade vermiştik.
Aradan onbeş yıllık bir zaman dilimi geçtikten sonra “Akillik” meselesi yeniden gündeme geldiğinde o günleri düşünmeden edemedim. Adı bu denli akil şahsiyetlik için geçen ve bir cümle etti, ya da birkaç makale yazdı diye sanki sinema filmi çevrilecekmiş gibi rol biçilenleri düşündükçe yine dilim durmadı ve birkaç kelam etme ihtiyacı duydum.
Akillik öncelikle misyon sahibi olmakla ilintilidir. Ayrıca akillik, objektif olmakla ve taraflara eşit mesafede durabilmekle, her şeyden önemlisi de kamu, toplum nezdinde itibarlı, güvenilir, geçmiş siciliyle çapaçul işlere bulaşmamış şahsiyetlerden oluşmalıdır. Ancak böylesine akil şahsiyetler kurulu çatışmalı hali, zor olan barış sürecinde “tarih içinde ortak yolculuğa” çıkarabilir.
Çok kültürlülük, siyasal çoğulculuk, siyasal katılımcılık, cumhuriyet boyunca zorla dayatılan tekçiliğe dayalı ulus / ulusçuluk kavramı ve otoriteye dayalı hegemonik merkeziyetçilikten kaynaklanan gerilim ve çatışmalı hali; barış ve yasal eşit vatandaşlık içinde bir sürece evriltmek mümkün mü? İşte ortada olan soruna cevap olabilecek ipuçları ve başlıklar.
Türklerin, Kürtlerin, Ermenilerin, Süryanilerin, Lazların ve coğrafyanın sakini bütün halkların ve etnisitelerin, Türklük dışında yok addedilerek farklı noktalardan başladıkları tarihi yolculuklarının yeni zamanların çokçu diliyle ve ortaklaşa bir anlayışla kesişmesi mümkün mü?
Elbette mümkün!
Çünkü tekçi devletin ret, inkâr ve asimilasyon ısrarıyla doksan yıllık cumhuriyet rejimiyle birlikte bu yöntem denendi ve başarısızlığı dünyaya faş oldu.
O halde bu süreci ortak bir yol arkadaşlığıyla yürütebilecek anlayışlar neden olmasın…