Sahi, insan, bir şehirden ayrılırken ne kalır ki geriye! Bazen damak tadı, bazen dostluklar, gezip gördükleri, çoğu kez de bunların tümünün harmanlanmış hâli. Çanakkale’den Avrupa yakasına Kilitbahire arabalı vapurla geçerken dönüş yolunda şoförün bilet gişesindeki görevliye sarf ettiği cümlesindeki son vurguyu duyunca gülümsedim. “Gemiyi kaçırcez, len!” deyivermişti şoförümüz!
Çanakkale’nin dört dönemdir belediye başkanlığını yapan başarılı başkan Ülgür Gökhan beyi ziyaretimiz sonrasında bizlere eşlik ederek Çanakkale’nin nitelikli gazetesi Olay’ın cevval sahibi-her şeyi Aynur Ganiler’in odasında kahvelerimizi yudumlarken Ülgür Başkan bize dönerek sizin “lo” gibi bir vurgu işte bizim “len”imiz demişti. Gündelik hayatta çok kullanıyorlar ve yakışıyor ağızlarına.
Diyarbakır Sur Belediyesi eski başkanı dostum Abdullah Demirbaş ve Mıgırdiç Margosyan ağabeyim ile birlikte Çanakkale’de “Ebru Söyleşileri” başlığı altında gazeteci dost Ragıp Duran’ın moderatörlüğünde Çanakkale İnsan Hakları Derneği ve Belediyenin evsahipliğinde konuşmacıydık. İlgili, sonuna kadar ilgisini aksatmayan belediyeye ait etkinlik salonunda kalabalık bir kitleye konuştuk. Ebru dediğimiz yoruma açık mevzunun Türkiye ve Kürdistan toplumuna / topluluklarına değen yüzünü güncel gelişmeler ve Barış Süreci üzerinden konuşup tartıştık.
Bunca yılın gezginiyim, Çanakkale’ye ilk kez gitmiş oldum. Hani “Milli Tarih” dedikleri devlet dersinde daha ilkokuldan başlayarak bir resmi algı oluşur ya insan zihninde. Benimki de öyle, paylaştım salondakilerle. Militer, askercil ve milliyetçi bir zihinsel algıya Çanakkale gibi kimi şehirler tekabül eder. Onu anlattım ve sonra dedim ki, yanılmışım. Yıllar evvel İtalya’daki bir şehri ve muadillerini anlatan bir yazıda deniyordu ki; “Hızla büyüyen yavaş şehirler”. İşte o, kendi ayakları üzerinde büyüyen, belki de kent sevdalılarının ve sakinlerinin telaffuz ettiği gibi pek de büyümesi de istenmeyen o “yavaş şehirler”den biri Çanakkale. Güzel, insani ve insani olduğu veçheyle insan tekini kendine çeken bir tarafı var Çanakkale’nin.
Orta yerde şehre simge olmuş bir at duruyor, Troya efsanesinden bildiğiniz tahta atı. Çanakkaleliler adres tarif ederken o civarlarda iseler at’a göre yön belirliyor ve tek kelime ile “at” diyorlar. At da at yani kuyruğunu da yüzünü de şehre dönmüş, denize, boğaza yan bakıyor. Fıtratı böyle demek ki! İyi resim veriyor at hakkını teslim etmeli at’ın…
Davetli olduğumuz kurum İHD, Türkçe, Kürtçe, Ermenice, Rumca dillerinden müsemma tabelalarını astıklarını gururla dillendiriyorlar Serpil ve Hayrettin, haklı bir gurur. Nüfusuna göre kültüre, kültürel etkinlikler, festivaller, bienallere ev sahipliği yapıyor. Haziran ayı içinde Çanakkale Bienali, Ağustos’ta Çanakkale Festivali var(mış). Kim bilir ne güzel oluyordur.
Denizden efil efil esen, insanın içini ferahlatan bir serin yanı insanın içini okşuyor şehrin. İnsanlar günün her saati olanca rahatlıkları ile sokaktalar. Hani şehirler tarif edilirken varsa eğer şehrin ruhundan söz edilir ya! Sanırım Çanakkale bu ruh hakkaniyetini ziyadesiyle hak eden şehirlerden.
Alyo’nun Aynalı Çarşısı, farklı bir tat peynir tatlısı, hala levhası durduğuna göre çoktan unuttuğumuz arzuhalcisi, adları sanları şehrin sicilinden düşürüldüğünden mekanları Çanakkale 18 Mart Üniversitesince Tasavvuf-Mevlevi Topluluğuna tahsis edilmiş Çanakkale Ermenilerinin Surp Kevork Ermeni Kilisesi ve karşı kaldırımında yan gelmiş Çingeneler Zamanı filminden fırlamış gibi tablo resmi veren Çanakkale Romanları.
Yine şehrin sicilinden sıyrılıp gitmiş bir başka etnik kimlik Musevi tacirlerin palamut depolarından dönüştürülmüş “Mahal”leri, eski şehirlerin altı matbaa, üstü idarehane işlevselliğindeki “olay”gazete bürosu. Ve şehrin dışındaki mekânlar: Assos’ta tepede kır kahvesinin taştan masaları ve sürprizi Diyarbekirli Tekin Mungan işletmecisi. Aristo’nun Midilliye karşı şagırtleriyle oluşturduğu felsefe okulu, İda Dağı’nın orman ve su buğusu içinde HDP’nin emekçileri dostların organizasyonunda alabalık, Bozcaada’nın gururlu hemşehrisi Vahyettin’in rehberliğinde ada’nın Rum mahallesi ve dost Ferai Tınç’ın bağ evinde el emeği ile yaptığı kırmızı beyaz şarapları, börekleri, çörekleri…
Arabalı vapurla Avrupa yakasından Anadolu yakasına geçerken boğazın dalgalı sularına baktığımda Pers Kralı Darius’u düşündüm. “Çanakkale Geçilmez” diyorlar ya! Darius haşin dalgalarla baş edemeyip geçemeyince dağlardan kestirdiği sedir ağaçlarıyla dövdürmüş askerlerine boğazın hırçın sularını dalgalarını. Darius gibi bir koca krala yakışan bu.
Şimdiyse artık Çanakkale geçiliyor. Hem de rahatlıkla. Siz, siz olun, Çanakkale’ye gidin ve görün. Orada bir duvar boyunda “Düzayak, çivit badanalı bir kent nasıl kurulur abiler?” diyen Ece Ayhan yılsonunda açılması tasarlanan Ece Ayhan Kültür Evinden kentin konuklarına sesleniyor olacak. Benden söylemesi…