Kar yağıyor. Şehir saçak altlarının dışındaki bütün çıplaklığı ile kar altında yani. Burası Yüksekova.
Kaçaktır burada her şey!
Biri sigara içer kaçaktır, dumanı yoğun mu yoğun. Hani ciğerine kadar denilir ya öyle bir nefes ile çekilmiş ve burun deliklerinden bacaymış gibi savrulan bir duman.
Havası kaçak.
Hudut taşları durduramıyor. Doğu rüzgarı kaçak, takılmıyor İspiriz dağlarının burçlarına.
Durmadan yağıyor kar ve aylardan Mart! Yani cemreler düşmüş, kaçakçının biri düşmesini mi engelledi nedir? Hala yağıyor kar.
Ne bileyim her taşın altında, her bulutun üstünde bir sıkıyönetim hali var bu şehirde. Havaya düşen cemre hani! Hani o toprağa ve suya düşen cemre!
Dinmedi hiç kar yağışı.
Ama bu şehir sevilmeyecek gibi değil ki! Birkaç cemresi, birkaç kaçak sigarası olmasa ne yazar.
Ama kimse duymasın bu şehri sevdiğimizi, duymasın kimse bizim Ömer’in şehrin tabelasını neden öptüğünü. Yoksa! Maazallah sevdamız kaçaktan yer cezayı.
Kar yağıyor, biz evlerimizde kaçak sohbetler yapıyoruz.
Hani bedenimize elektrik verilmeseydi belki evlerimizde kaçak elektrik olmayacaktı. Olmayacaktı evimizin tavanında bir kaçak ve kafasından asılı. Kollarım geliyor aklıma Diyarbakır zindanında Filistin askısına gerili, ne hikmetse kaçak bir işkence dolaşıyordu o zaman havalarda. O havalarda Paşalar, Başbakanlar, Cumhurbaşkanları yaşıyordu ama duymuyordu kimse işkence kaçakçısının vicdansızlığını.
Hurma yemek de kaçak!
İsterseniz yemeyi deneyin kovarlar sizi bu cennet şehirden. Hâşâ! Siz Adem Baba değilsiniz ama kovulmak suretiyle benzersiniz oysa yediğiniz hurmadır, yani Allahın Resulü iftar sofrasında onunla açmış orucunu.
Pirinç komünist illerinden biliyorsunuz, ya yerken kominizim bulaşırsa bir yerinize? Demedi demeyin kaçağın en büyüğü kafanıza bulaşacak komünizmdedir ha…
Sri Lanka nere? Çay nere? Yüksekova nere?
Kaçak çayın öyküsü üstündeki buhar gibi salındı buram buram coğrafyaya… Derler ki katır sırtında gelen kaçak çayın tadı gemilerin ambarlarında gelenlerden daha iyidir… İçtim desem yalan olur yalan söylemek bu memlekette katiyen yasak.
Biz içersek ses olur, biz ince belli bardakların dudaklarını öpersek ses olur, biz şehrimizin tabelasını öpersek ses olur… Sesimiz ana dilimize kaçak.
Kaçakçıyız kardaş! Kaçakçıyız!
Çarşı-Pazar kaçak… Dağ-Bayır kaçak…
Ama Ömer’in tabelasını öptüğü gibi kutsalca seviyoruz Yüksekova’yı.
Kar kapatırken yolları aşmak aşk değil elbette. Ama kar kapıya dayananda altı ay aç kalanlara ekmek getirmek mecburi bir kaçakçılık halidir. Aşk yetmez tek başına. Erkelerin ağlaması böyle zamanlarda kaçaktır. Kimse duymasın diye.
Çaresizlik kaçaktır burada.
Çare aramak kaçakçı…
Ama biz çare yok öperiz kentimizin şahdamarını…
Kar yağarken, içimizi bir titreme tutarken, ölmüşken, tabuttayken, kabirdeyken.
Ama en çok içimizi tutulması, ulaşılması zor o sevda sararken.
Yaşamak yangınları söndürmektir çünkü.