Zap, sesini vadinin boşluğuna bırakalı bu kadar gür olmamıştı. Elbette akışından çıkan çığlığı duymamak için sağır olmak gerekiyordu ama asırlar boyu çığlığı vadinin sınırlarını aşıp Türkiye’ye varmıyordu. Hala da vardığına inanmıyorum. Şiirlerde, romanlarda, filmlerde ve belki sayısız öyküde çırpınan ve çağlayan bu akarsu bir halkın feryadının gece karanlığını yırtmasına benzer.
Gecenin karanlığını yırtan bir ses, taşı çatlatan bir sabır ve dinmeyen bir mücadelenin adımıdır.
Şüphesiz Zap suyunun hırçın akışında hayatlarını yitiren çok sayıda insanın hatıraları gözlerimizin önündedir ve suyun gürleyişinin içinde kaybolup bir daha izine rastlayamadığımız akrabalarımız, yakınlarımız da çoktur bu meyanda.
Ankara’nın çok uzağında dağlar arasına sığınan bu kentin kalbinden akan kimsesizliği, ötelenmişliği, üvey olması tartışma götürmez bir durumdur.
Böyle olunca hal: Patika sayılacak yollardan geçmek Zap suyuna kapılmayı kolaylaştırdı. Zap’ın bir yakasından öte yakasına geçebilmek için ya akarsudan daha deli olmalı ya da onu aşmak için kanatlanması gerekiyordu insanın. Yani fizik kurallarını tersine çevirmek gerekiyordu insan bedeniyle.
Bir sebeptir Zap, gidememek için sevdiğine, sevildiğine.
Derin vadilerin arasında bir sigaranın dumanı hesabı süzülen Zap: acıların, ayrılıkların kafi sebebiyken bin dokuz yüz altmış dokuz yılında bir gurup üniversite gençliği tarafından adına “Devrimci Gençlik Köprüsü” dedikleri asma bir köprü inşa edilir.
O köprü kavuşmayı ve kucaklaşmayı gördü.
Bir öyküsü daha var, insana olan inancın, insana verilen değerin teoride değil pratikte karşılığıdır o köprü. Bölgeler arasında uçurum denebilecek ayrılığın, kopuşun kaşınıp kanatılmasından çok bir araya gelip el ele verilmesinin mesajıdır. Evet devrimcidir bu duruş. Yaratıcıdır, yenilikçidir.
Köprü kör bir anlayışın saldırısına uğrayıp halatlarından kopartıldı. Yeniden yapıldı. Halatlar iki yakaya tutuşturulunca bir kesilmiş yol yeniden açılmış oldu.
Ama tabelasına tahammül edilmedi bu seferde. Tabela söküldü yerinden. Kara zihinli insanlar karaya boyadı tabelanın üstünü ve köprü ayaklarını. “ülkücü genç” yazmış bir kıyısına. Bir köprüyü“yapmak” zor ama“yıkmak” kolaydır. “Yapmak” ve “yıkmak” kelimeleri ne çok şey anlatır insana.
Ve bir Nasturi Kilisesi; Zap ayaklarının dibinden gürleyerek akıp durur.
Helél’de (Depin) muhtemelen bir küçük Nasturi köyüdür orası ve oraya ait bir ibadethanedir. Hakkâri bölgede sayıları 10’u bulan Nasturi Kilisesinden sadece bir tanesi.
Kim bilir orada Yaradan’dan ne kadar dilek dilendi… Kaç çaresizlikte insanlar sığındı ona. Çünkü o bir inanç abidesi.
Kim bilir kaç insan alın teri döktü o taşları üst üste dizmek ve bir statiğe oturtmak için aylarca, yıllarca akıl erdirdiler o ibadethaneyi oluşturmak için.
Rüzgar gelip koparmamış ondan bir parça, kar yağıp yıpratmamış, yağmur duvarlarını kurt gibi kemirmemiş. Güneş yakmamış. Depremler yıkmamış.
Kim bilir kimlere ev olmuş, kimler kimler oraya sığınarak hayatta kalabilmiş. Yaşayan dedelerimizden daha yaşlı, camilerimiz kadar ibadethane. Tarih yani.
Yani manevi değer dünyalar eder. Yani tarihe ışık tutar. Yani güven verir insan olana.
Cennet ve cehennem vadisinden akıp gelen su bir küçük dere olur yanından geçer secde edercesine. Bir su ki akıldan çoğalıp akıp gider Zap’a…
Ceviz ağaçlarının arasında dik vadinin yalçın kayalıklarına inat edercesine ayakta durmaya çalışan bu Nasturi kilisesi bir dizi inançsız tarafından deşilip deşilip duruluyor. Bir gurup vicdansızın kazmalarına hedef oluyor. Kapısı deşilmiş taşlar hırsla inançla tutunuyor yine. İç tarafı neredeyse köstebek yuvasına dönüştürülmüş. Daha dün baktım yeni kazılmış kazma izi var toprakta…
Define varmış, hazine arıyormuş bir dizi avcı.
Bir tarihi yıkmak uğruna define aramak, bir maneviyatı talan etmek için para kazanma kılıfı, bir inanç evini soyup soğana çevirmek, taş taş üstüne bırakmamak suretiyle insan olduğunu sanmak ne büyük handikap.
Orada bir devrin ayak izleri var. Yaşam izleri. Ağlayan, gülen, yalnız bırakılan, çaresiz insanların bu güne çıkma umudu, yaşama direnci var. Onları yok sayıp “yıkmak” akıl yoksunluğu. O yaşlı kiliseyi “yapmak” kim bilir ne kadar zor şartlarda olmuştur. Orayı devirmek yaşlı babamızı devirmeye benzer.
Bir halkın, bir inancın üstünü örtmektir yapılan. Değil oraya kazma vurma, o taşları yerinden sökme insan oraya giderken toprağa vicdanlıca adım atar.
Ne zaman bu kadar zalim oldunuz. Kim sizi bu kadar gaddar yaptı. Kim sizi düşürdü bu kadar. Kim… kim… kim…
Köprüleri yıkıp atmakla, kiliseleri yıkmakla ancak kendinizle hesaplaşırsınız, sizin hesabınız cahilliğinizle, siz insanlığa elinizdeki kazma kadar faydalı değilsiniz bilin.