Şener Özmen için başında da, sonunda da söylenecek olanı hemen dillendirmekte yarar var. Kendisini tanıyan içinde, tanımayan içinde sahiden “şaşırtıcı” ve “yaratıcı” kavramlarının birlikte ifade edilip vurgulanması gerekiyor.
Öncesinde Lis Yayınları arasında Kürtçe olarak yayınlanan “Pâşbaziya Çîrokên Neqedîyayî”, yakın günlerde Abdullah Koçal’ın çevirisiyle Everest yayınlarının “Çağdaş Dünya Edebiyatı” dizisinin 200. Kitabı olarak yayınlandı.
Kürt ve Kürdistan dünyası üzerine yayın meselesini sıkça ötekileştiren bir “Türklük” dünyasında Kürtçeden Türkçeye çevirisi yapılan bir edebiyat örneğinin adeta hak teslimiyeti ile “Çağdaş Dünya Edebiyatı” çerçevesinde künyede vurgulanarak yayını geç kalmış bir gurur vesilesi oldu. Bunun altını ısrarla çizmeliyim. Bunun Şener Özmen gibi bir Çağdaş Sanat aktivistinin kitabıyla olması da ayrı bir gurur kaynağı.
Şener Özmen “zor” bir adam. Sadece Kürdistan ve Türkiye değil, “konu” ile alakalı dünya sanat çerçeveleri de Şener Özmen’i Kürtlüğü ve Kürdi / Kürdistani duruşu konusunda asla taviz vermeyen biri olarak tanıyıp biliyor.
Bu duruşu konusunda da Batı liginin (Batı derken milli misak olarak dillendirilen Türkiye coğrafyasının batısıdır kasıt) hegemonik benbilirimcilerine sıkça “ayar çeken” bir sanatçıdır Şener Özmen.
Açık ve net ifade edeyim ki; benim kuşağım için “çağdaş” ya da “modern” sanat dedikleri mevzu hayli “yabancı”. Ben de çağdaş sanat meselesindeki “yabanıl”lardan biri sayıyorum kendimi. Benim anılan mevzu ile uzak düşmüşlüğüm konusundaki “bilgisizliğimi” kısmen bertaraf eden başta Şener ve tabi yakın “silah arkadaşları” Erkan ve Cengiz’dir. Aynı çerçevede de DSM- Diyarbakır Sanat Merkezi’nin zamana yayılan evsahiplikleridir.
Bu kadar girişten sonra sadede gelmeye ve Şener Özmen’in “Kifayetsiz Hikâyeler Müsabakası”na sözü getirmeye ihtiyaç var.
Kitabın hikâye ettiği coğrafya, muktedirin son yüz yıldır ısrarla ve inatla yoksaydığı ve dillendirmekten imtina ettiği Kürdistan coğrafyasıdır. Üzerinde son bin yıldır “atkoşturulan” ama adı doğru düzgün konulmadığı içinde halkı da (Kürtler) başka halklar üzerinden kendi asli kimliğinden azade kimlik sahibi yapılmaya çalışılan bir kadersiz coğrafya ve halk(lar) mezarlığı…
Kitapta her duruma uygun, bazen aynı paragraf içinde birkaç farklı “eda” ile karşımıza çıkan ve roman boyunca binlerce imlemeyle okurun kafasını allak bulak eden bir farklı “roman kahramanı” tipi var. Belki ilerde “Roman Kahramanları” dergisince üzerinde metinsel çalışma yapılması olası bir “Sertaco” tiplemesi ile karşı karşıyayız.
Toplumda insan üzerine belirleme yapılırken “ikiyüzlü” kavramı kullanılır ya, çoğu kez olumsuz anlamda tabii ki! Sertac, çok yüzlü, binbirsurat bir şahsiyet. Bu durum, roman açısından kitabın kimi bölümlerinde “bıktırıcı” hatta “aczedici” gibi algılansa da kitabın tümü okunup sonlandırıldığında aslında gündelik hayat içinde her birimizin çeperinde sıkça ve çokça benzer durumlarla karşılaştığımız aşikâr.
Bir başka gelenek farklılığından bir daha söz etmemi okur bağışlasın. Bizim kuşak geleneksel edebiyatın, epik metinlerin, destansı hikâyelerin, tarihsel altüst oluşların edebiyatından besleniyor ve bu tip edebi metinleri okumaktan hoşlanıyoruz.
Bu sebeple Şener Özmen’in “Çağdaş Sanatı”nın gücünden beslenmesiyle kimi keskin kılıç vuruşlarını farklı bir sanatsal kaygıyla metne yedirip bize anlatması, hatta “Ey okur! Al işte, gözüne sok” demesi boşuna değil ve anlaşılır bir durumdur.
Örnek mi istiyorsunuz! Çok istediniz vereyim. “Kont Saddam ile Yaser”in kopardıkları (Kürt) kellelerle satranç oynaması böylesine bir alegorinin çarpıcı örneğidir. Sahi çağdaş sanat aktörü bir sanatçı-edebiyatçı sizce geçen yüzyılın son çeyreğinde Baas ırkçılığı şemsiyesi altında Halepçe ve Enfal’de 200 bin Kürdün Sarin gazları ile katledilmesini nasıl anlatabilirdi ki!
Ya da gözünün önünde Kürdün katledilmesinin farkında olmayanların hayli uzağındaki Filistin için yardım toplaması konusundaki gayretkeşliği nasıl açıklanabilir.
Üzerine titrenen ve Kürtlerin “siyasal kâbesi” olarak genel kabul gören ŞehrAmed’in ölü(m)ler ve sur taşlarından kan sızan bir ruh hali üzerinden “Teneşir ve Gassalların Şehri” olarak imlenmesi…
Veya bana göre kitabın en vurucu bölümlerinden biri olan sayfa 120’lerdeki Iraklı Kürt Sadik El Behrî’ye yazılan mektup, “Feodal Kürt” dışavurumunun sanatsal ve edebi bir manifestosu değil de nedir!
Kitabın hemen her yerinde “çağdaş sanat” izleği üzerinden edebi bir hesap kesimi var dünya âlemle. Ve tabi kitabın son kırk sayfasındaki “Bitmemiş Dipnotlar” bölümü sahiden yazarın adeta kendine saklayıp sonra da okurla oyun oynar gibi hasbıhâli olarak okunmalı…
Sonsöz: Şener Özmen sanatında ve edebiyatında çok zor bir beniâdem… Sanki Özmen’in sanatı ve edebiyatı için bir kılavuza ihtiyaç var. Ama öyle bir kılavuz ki arayıp da bulunası cinsten değil. Daha çok bilgi yüküne, donanıma gerek duyulan cinsten. Biz Kürtler deriz ki; “Aqilê sivik, barê giranê”. Siz siz olun sığ akıllla yola çıkmayı denemeyin vakit varken bilgi dağarcığınız tekâmül etsin…