Pancar ve Kürtlerin "Pıncar"ı ayrı ayrı şeylerdir.
Pıncar dedin mi kültüre edilmemiş veya edilememiş doğada, dağlarda kendiliğinden yetişen yenilebilir ot türlerinin tamamı Kürtler için pincar’dır. Bu otların bir sahibi yoktur ve yediden yetmişe herkestir sahibi, hatta bu tabiat varlıklarının sahibi daha doğmamış sabilerdir. Milletin, kamunun malıdır. Tıpkı dere, göl ve denizlerdeki balıklar gibi.
Taa 1970’li yıllardan beri hep söylerim Hakkari-Van dolaylarında her ilk bahar günlerinde adeta doğamızı tabiatımızı talan ediyoruz. Hem de acımasızca ve bilinçsizce. Bu konuda da kimsenin gıkı çıkmıyor.
1970’li yıllarda Karadeniz dolaylarından gelen insanlar ellerindeki kontraplak tahtasının ortasında 8-10 cm’lik bir delikle köylerden ters lale soğanı topluyorlardı. Kaç defa gördüm rastladım.
Köylülere de; “Biz ters lale soğanı alıyoruz toplayın getirin” diyorlardı.
Köylüler de kazmaları çuvalları alıp doğadan çuvallarla lale soğanı toplayıp alıcının önüne döküyorlardı. Karadenizli, soğanlardan elindeki tahtanın 8-10 cmlik deliğinden geçenleri almıyor geçmeyenleri alıyordu. Tabi bir çuvaldan bir kısmı tahtadan geçmiyor ve satın alınıyordu. Geçenler ise işe yaramıyor diye hemen çöpe gidiyordu. Bu doğa katliamı karşısında o yıllarda birkaç defa bu insanları Vilayete şikayet etmiştim. Vali de Karadenizliydi şikayetimi yerinde bulmuş ve ters lale soğanı alıcılarını engellemişti. Ama gelin görün Hakkari’nin yerlisi olan mahalli gazeteciler ve o günün devrimci özentililerinin bir kısmı beni hıyanetle itham ederek; “Enver Özkahraman fakir fukaranın bir lokma ekmek yemesine engel oluyor” diye, etrafta duygu sömürüsüyle aleyhimde konuşmalarına hiç aldırış etmemiş ve o alıcıların işlerine engel olmuştum.
Daha sonraları Yüksekova’nın GEVER düzlüğünde bir cennet gibi yüzlerce kuş, balık, yılan ve çiçek türlerini barındıran sulak sazlıkların kurutulmasını da istememiştim yine aynı saldırılarla karşı karşıya kalmıştım. Çünkü defalarca o sazlıktaki hayvanları izlemiş, fotoğraflamış ve etraftaki çiçeklere, bitkilere hayran kalmıştım. Buna karşı çıktığımda da; “Nehêl kurutulup köylülere tarla olarak verilecek. Enver Özkahraman fakir köylünün bir karış tarlaya sahip olmasını istemiyor” diye aleyhimde atıp tutanlar vardı.
Ne oldu Nehêl?
Kurutuldu. Doğa katledildi. Peki bir karış evet evet bir tek karışlık bir tarla verildi mi köylülere?
Hayır…
Köylülere tarla olarak dağıtılacağı söylenen yere şimdi koskocaman bir hava alanı yapıldı.
Ama bana; “NEHÊL Mİ HAVA ALANI mı?” diye sorulsa hiç ama hiç tereddüt etmeden “NEHÊL” derim.
Ama rengarenk su yılanları, balıklar, kuşlar, kazlar, ördekler, leylekler, toy kuşları yok oldu gitti. Halbuki bu tabiat güzelliğini bir daha geri getirmek mümkün değildir. Dedelerimizden bize kalmıştı. Bizden de çocuklarımıza ve torunlarımıza kalmalıydı.
Bundan birkaç yıl önce güzelim Zap vadisinin ve Nehêlin naylon çöplüğü olduğuna değinmiş ve fotoğraflar vermiştim. Kulağıma geldi, bu sefer merhametsizce saldırılmamıştı bana.
Ama; “Ne yapalım imkanlarımız kısıtlı ama Enver bey de yapmamalıydı” diye sitem edilmişti o günler yokluğumda.
Ama bugün artık çeşitli fraksiyonlarda sandalyeden üst koltuklara oynayıp ilerde belediye başkanlığına milletvekilliğine veya ağasının yerine daha feodal ağa, aday adaylığına (Hayal eden) soyunan devrimcilerden de yok artık.
Evet bu coğrafyadaki insanlar kendi coğrafyalarını, doğalarını, tabiatlarını geleceklerini torunlarının geleceğini göz göre göre talan ediyor. Bu talanı bilen de, engel olan da yok maalesef.
Buralara bir iki yıllığına gelen Valiler ve Kaymakamlar bu bitki örtüsünü bu talanı bilmeyebilir, görmeyebilir ama yerli idareci ve yöneticilerde mi görmüyor bu talanı bu katliamı?
Doğrudur 1970’li yıllarda ters laleyi toplayan Karadenizlileri Karadenizli bir Valiye şikayet etmiş ve tebrik edilmiştim duyarlılığımdan dolayı. Peki bugün bu yazdıklarımı bir şikayet, bir tabiat katliamı şikayeti olarak kaale alan idareci olur mu sizce?
Hepimiz Şemdinli’den Cizre’ye Kars’a kadar bu aylarda çarşılarda bilinçsizce dağlardan toplanan bu pancarların yanından geçmiyor muyuz? Hatta çarşıda aleni olarak bir elma bir muz yemediğimiz halde ama bir uçkun destesini adeta böbürlene, böbürlene koltuğumuzun altına alarak tane tane kabuklarını soyup ekşimsi uçkunu ağzımızı şapırdatarak çarşılarda kahvelerde yemiyor muyuz? Yiyoruz. Yiyoruz yemesine de püsküllerini de elimizle koparıp bir güzel atıyoruz çöp tenekesine. Ama hiç birimiz bu püsküllerin bu bitkinin tohumu olduğunu ve her püskülde kaç tohumu heba ettiğimizi biliyor muyuz acaba ? Hayır. Hiç birimiz hatta çok okumuşlarımız bile buna aldırış etmiyor.
Bu hepimizin malı gözbebeğimiz tabiat varlığımız, hepimizin müşterek malı olan PINCAR’larımızın bilinçli bir şekilde koruma altına alınmaması halinde birkaç yıl içinde nesillerinin yok olacağı aşikar. O zaman Aydınım diyen herkesin bu bitkilerin tıpkı balıklar gibi kamu malı sayılarak en azından şimdilik BİR YIL TOPLANMASININ YASAK, DİĞER YIL İSE TOPLANMASININ SERBEST EDİLMESİ ve kentten kente nakil yasağı getirilmesi doğrultusunda adımlar atarak belki bir nebzede olsa çocuklarımızın ve torunlarımızın bize beddua etmemelerine sebep olmalıdır.
ÖRNEĞİN:
SORUYORUM HAKKARİLİLERE;
1970-80’li yılara kadar Helil vadisinde SİYABO, MENDÊ ve UÇKUN TARLALARINDAN geçilmiyordu. Acaba bugün bulabiliyorlar mı bu mübarekleri o vadide?
Hele hele size bu pıncarların fayda, lezzet, koku, aroma ve kaç çeşit yemek pişirimlerini de bildiğimden asla söz etmeyeceğim.
Hakkari Van ve komşu illerde ilk baharların müjdecisi uçkundur. 1970-80’li yıllara kadar pek bilinmeyen mi desem satılamayan mı desem uçkun köylü çocukları toplar yol kenarlarında okul için defter kalem parasına satarlardı.
Ama şimdi öyle mi, ilk bahar mevsimlerinde büyük kent ve kasabalarda her sokakta her cadde de rastlayabiliyorsunuz Uçkuna. Van’da satılan ilk uçkunlar Bitlis civarlarından daha sonraları Hakkari ve Van yöresi uçkunları satılır tezgahlarda dükkan önlerinde.
Bir ömürdür yaşadığım bölgede dağlarda yetişen 57 bitkinin yenildiğini bu bitkilerin tamamı da her ilkbahar saldırıya uğrayarak talan ediliyor adeta. Bu bitkilerin yöresel isimleri Mendê, Sîyabo, Karî, Qurad, Stêrik(Gulik), Hingedan, Tirşik, Sping, Hespist, Cax, Sîrmo, Sîrîk, Catirk, Pung, Xencelisk, Soê, Tolik, Kîvark, Kemê, Gezing, Pîvok, Kuzrok, Pîpînî, Hindiriş, Rêvas (Ribês), Bermexînk, Çevir, Kulundok, Sêbisk, Tusî, Soryaz, Qaşim, Pûz, Tîjtîjok, Luş, Bîk, Çorî, Qulîtk, Helizaşêrîn, Pelîmok, Sode, Marco, Kengir(Kereng), Birîndarok, Hingije, Aluşk, Çorîn, Xitik, Pîvazok, Xiyarok, Sîyanok, Kermex, Nêrbent, Pêqelaçik, Gulbizinok, Guhbizin, Baxoxe.
Hakkari notlarını araştırırken Van’dan bir köşe yazısında Van’da da böyle bir festivalin düşünüldüğünü “bunu tabi burada İl Kültür Müdürlüğü değil, bir sivil toplum organizasyonu, Vangölü Aktivistleri el atmış konuya” yazmış. Yukarıdaki fotoğraf Van’da çektiğim onlarca fotoğraflardan biridir. Bu fotoğraftaki sadece bu fotoğraftaki uçkunlardaki tohumların sayısını tahmin edip bu talanı, katliamı yok edişi görmelerini istiyor ve bu konuya el atmış arkadaşlardan ricam festivalin “GÜZEL UÇKUNU KORUMA ve YAŞATMA” gayesiyle yapılması halinde bizlerden de canı gönülden alkışı hak edeceklerini bilmelerini isterim.
Haa çok doğrudur yörede işsiz insan sayısı fazla, bunu biliyorum, bununla geçinenlerin olduğunu da bilen biriyim. Ama sonuca baktığımızda bu bitkiler bu talana daha kaç yıl dayanabilir diye kendinize sormadan edemiyorsunuz.
Bu fotoğraftaki tohumlar beş liraya aldığım bir deste uçkunun tohumları, beş liralık bir deste uçkunun bu kadar tohumunu heba etmek dinen de günah değimlidir?
Fotoğrafta gördüğünüz üç adet Kengır (Kenger) filizi. Daha topraktan burnunu çıkarır çıkarmaz kökünden kesiyoruz yanı kısacası kökünü kurutuyoruz, bu bir kenger filizinin bir Van balığı kadar değeri yok mudur sizce?
Hakkari’de Ters Lale ve Uçkun festivalini duyunca sevinmiş ve sosyal medya üzerinden izlemek istemiştin. Ben Ters lalemizi ve uçkunumuzla birlikte doğamızı koruma söylem ve görüntüleri beklerken, yukarıdaki fotoğraflar ve benzerlerinden dolayı çok çok üzüldüğüm için yukarıdaki yazıyı kaleme aldım.