Yaşlı bir Dünya’da yaşıyoruz. Barışın neredeyse hiç olmadığı, kavganın ve savaşın hiç bitmediği, yaşlı ve karanlık bir dünya.
Bilimin kanatları altına girmekten imtina eden, fazlaca dogmatik yaşamayı önceleyen yaşlı dünyanın, çok yaşlı insanları…
Sembolik de olsa, dünya barış günü var. Bu iyi.
Kötü olan ise o dünya barış gününü, oturduğumuz yerden kutluyoruz, sosyal medyada yarışır gibi güzelliyoruz. Yer yer de alanlara çıkarak, bu anlamlı günün gereğini yapıyoruz.
Ancak dünya bir türlü barışına kavuşamıyor.
Alanlara çıkıp, herkesin ihtiyacı olan barışı savunanlar, büyük ekseriyeti temsil eden sistemler tarafından, “Terörist” İlan edilir. Paramiliter güçlerin saldırabileceği, düşman ilan edebileceği hedefler haline getirilir.
Oysa barışı istemek, barışın savunucusu olmak toplumların ahir ekseriyeti tarafından kabul görmelidir.
Barışa gönül vermiş yürekli insanlara genel olarak saygı duyulmalı, içlerinde geçen bu nehrin serinliğinde huzur bulmalı.
Yaşlı bir dünya ve oldukça eski kafalı insanlar…
Kılıçla, okla, silahla, nükleer füze ile dünyaya kafa tutan, ölüm makineleri için de söyleyecek bir sözümüz olmalı.
Örneğin silahı kime karşı icat etti bu ölüm makineleri?
Söz biter mi ki; silah devreye girer?
Ya da barıştan nefret edecek kadar silahı sevmek niye?
Soruları çoğaltabiliriz. Söz konusu barış olduğunda herkesin mutlaka söyleyecek sözü olmalı. Firavunlara, diktatörlere, ağalara, beylere, saltanat sahiplerine söyleyecek bir sözü olmalı tüm herkesin.
İnsanların boynunu bedeninden koparacak öğütleri verenlere, onların her türevine karşı bıkmadan usanmadan, “insanın kafası bedeninde olmalı” diyebilmeli.
Diyebilmelidir insan…
Artık çocuklarına kılıçtan, silahtan, tanktan, piyade askerden, polis oyuncaktan almamalıdır kimseler.
Bıçak oyuncak hayatımızdan çıkmalı.
Ve bu oyuncakları yapan sektörler, kapitalizm ve insanlık düşmanlığından vaz geçmelidir.
Kendi çıkarları için sömürüyü masumlaştıran canavarlar, bu hırslarını bırakabilmelidir.
Barışı, sevgiyi, masumiyeti, dürüstlüğü savunan herkes, dünyayı savaş ve savaş aletleriyle kasıp kavuranlara karşı, insanlık kalkanı olmaya devam etmeli ve giderek güçlenmelidirler.
Sembolik olarak bir barış günümüz var.
Ama barışımız yok.
Hayatımız kavgalar, kumpaslar, yargı kıskaçları, zülüm ve zalimlerle doludur.
Peki, barış bu kadar anlamlıyken neden savaşı özümsemiş kanunlar ve kanun adamları sistemleri elinde tutar?
Ya da sistemler neden kendine dair yontukları figüranları tercih eder?
Dünya, bu akıldan kurtulabilecek mi?
Yoksa bu düzen böyle mi gidecek?
Bizi inanılmaz derecede dizayn etme üzerine kurgulanmış sistemleri çözüp, yeniden insanın içinde olduğu ve barışla yaşadığı bir yaşam tarzı oluşturabilmeliyiz.
Oluşturduğumuz bu tarzla, mutlu insanlar olmalıyız.
Erkek çocuklara tecavüz etmeye varan ve buna kılı kıpırdamayan insanlara kötü demeyi bilmeliyiz.
Kadınları öldüren, kadınları 2-3. eş olarak kendine hak gören o sapıklıktan vazgeçmeli insanlar.
Ağaçları kesenlere, ormanları yakanlara karşı olmalıyız. Kitapları yakan, yasaklayan zihniyetlere karşı durmalıyız.
Birlikte yaşadığımız alanlarda birbirimize saygılı olmayı öğrenmeliyiz.
Eğitime önem vermeliyiz.
Silaha ve silahı icat eden sömürgelere, egemenlere karşı olmalıyız.
Barışı yakalayabiliriz belki o zaman.
Yoksa Batman otogarında, 27 bıçak darbesiyle vurduğu kişinin başında, can vermesini bekleyen sadist ve ruhsuz insanlar olmaktan öteye gidemeyiz.
Roboskide, “kaza”, Derecikte, “Coğrafya kaderimizdir” diyen insanlar olursunuz bir anda.
Ve barış hep lügatımızda olup, yaşamımızda olmamaya devam eder.
Dünya barış gününde, Afrika’da ki yoksulları, Suriye savaşının içindeki can pazarını hatırlayıp, halkın “olur” dediği ama sistemin kabul etmediği durumlara göz kapalı olmayı sürdürüp gideriz.
Doğal olarak ne barış gelir, ne huzur o vakit.
Barışı yazan kitapları yakmak ya da savaşı güçlü kılan silahları yakmak arasında bir tercih hepimizin onurunu ve huzurunu kurtaracaktır vesselam.