Yaşlı adam düzeleye üfledikçe çıkan nağmelerin önünde halaya durmuş ahali coşkusunu yere göğe haykırıyordu. Yerel kıyafetler içinde ve düzele sesiyle bütünleşmiş halay çekilince, gönül rüzgârının esiri Sidar da sevdiği kızın yüzüne dalmış gitmişti.
Sidar, bu yıl çobanlık edecek ve kazandığı parayla seneye Sipel"i istetecekti. Hayallerini şimdiden kurmaya başlamıştı bile. Hatta halay çekilince Sipel"in yüzünden film şeridi gibi geleceğe olan hayalleri canlanıyordu.
Çoban Sidar, bulunduğu yerden hayallerini kurarken az ötede Sipel ise hiçbir şeyden habersiz gençliğin verdiği enerjiyle halaydan hırsını alırcasına perçeminin altına ter taneleri düşürüyordu. Ay yüzünün etrafını saran kofinin püskülleri oyunun ritmiyle bir o yana bir bu yana dalgalanıyordu. Örükleri gerdanından yılan gibi kıvrılıyordu aşağı doğru.
Tabiatını beyaz gül yaprağından almıştı Sipel, güzelliği bütün civarda konuşuluyor çağı gelen bütün delikanlılar dikkatini çekmek için bütün hünerlerini seriyorlardı. İşvesiz bir güzelliğin karşısında abartısız durmak her yiğidin harcı değildi ama Sidar ağır duruyordu. Gece sabaha dek sürecek halayda bir başka gelin mutluluğun kokusunu alıyordu ve bir başka köyde bu kokunun yaratıcısı kalbinin gümbürtüsüyle cebelleşiyordu.
Diğer gün ceviz ağaçlarının bulunduğu düzlükte yine düzelesiyle yaşlı adam halaya yön veriyordu. Bütün yetişkinler rengârenk bu halayda tek komutla bütünlüğü figür edip acıların def edilişini oyunların kalıplarında canlandırıyorlardı. Şüphesiz ki bu gün çekilen halayın da en unutulmazı ve bakışların kendini alamadığı tek yer Sipel"in kendisiydi.
Bir diğerki gün, gelin at sırtından köyden uzaklaşınca geriye kalanlar gelinin annesinin döktüğü iki damla yaşın hüznüyle üzerlerine çöken ağırlığı atmaya çalıştılar. Sipel de tandır evinin kuytusunda, saç leğende ay yüzü görmemiş bedenini tavandan sızan ışık süzmesinin altında köpük köpük yıkıyordu. Zeytin karası saçlarından aşağı yürüye yürüye akan suyu dinlerken, gözleri kapalı ellerinin hizasındaki bedenini tanıyordu.
Zaman zembereği kopmuş ve ilerliyordu.
Sidar, ise hesapsız ve kitapsız sevdiği bu kıza kavuşmanın hayallerini kurmuş artık bir fırsatında onun da gönlünün meylini almayı hesaplıyordu.
Kaçakçıların geldiği o gün Sipel"in babası getirilen malların pazarlığına oturmuştu. Bunu fırsat belleyen Sidar usulca Sipel"in yanına sokulup ve kaç zamandır içinde yanmakta olan bu yangının hekimine açıvermişti derdini. Soluksuz bir söylemden sonra hayranlıkla bakındığı kıvrık ve dolu dudakların arasından mahçup sözcükler akmaya başlar başlamaz Sidar ağır ağır gelen bir depremin sarsıntısına girdi. Sırtından soğuk terler akarken kalbinde bir infilak gözlerine hırsını yolladı hayatının hayalini kurduğu ve şimdi karşısında duran sevdiği kız ona bir başkasına sevdalı olduğunu söylüyordu
Biçare, utanmadan ağladı döndü arkasını ve gitti
Dağlar dev gölgelerini tarlaların üstüne kaydırırken en sarp kayalığa gidip oturdu Sidar. Kuş bakışı gördüğü köy evlerinden ona kalan hiçbir şey yoktu sanki. Kuzeyden esen rüzgârın şiddetiyle savrulan sarı saçları bir erkeğin ağlayışına şahitlik etmesin diye gün, sürekli yüzünü kapatıyordu.
Şimdi ailesinden birisi olsa, örneğin annesi gider başını dayardı dizine ve anlatırdı yüreğinde kopan kıyameti ama yoktu! Bu aşkı yüreğinde tek başına taşıyacak ve sonsuza kadar bununla yaşayacaktı, biliyordu. Yine de anlatabileceği bir yakını olsaydı diye geçirdi içinden.
Sabahyıldızı köyün semasında belirdiğinde kayalıktan kalktı ve aşağıya doğru yürümeye başladı. Serin bir sabahtı, bedeninde dolaşan bu sahipsiz sıcaklık onu sürüsüne çobanlık yapacak Aziz"in evine götürdü.
Ellerine iliştirdiği Benaw ağacından yapılmış bastonu ve hiç yanından eksik etmediği köpeği Sından"la baharın ilk ağzından çıktı dağlara sürüsünün arkasından giderek
İspirêz dağlarının bitkileriyle buluşunca sürü önüne bakmaz, gece gündüz sürekli giderdi, onun için tekin olmak lazımdı ve Sidar bunu iyi biliyordu. Sürü şevine çekilince bir koyunu bileğine bağlar öyle uyurdu. Ola ki gece kalkar devam ederse sürü, haberi olurdu.
İlk geceden yağmaya başladı yağmur. Kepeneğini sırtladı ve şevine çektiği sürünün kuzeyindeki bir kayanın dibinde yaktığı çoban ateşi, yağmur, gece sırılsıklam bu aşkın gölgesinde düşlere sürdü kendini.
Kurt bu mevsimde çok açtı ve sürüye saldırabilirdi ama o da o kadar açtı ki ona acı verecek kim olursa olsun hırsını fazlasıyla alacaktı. Gece dağların hâkimleri vardır en büyük hâkim ise aşkın yarasını taşıyan Sidar"dı.
Birkaç gün kaldığı dağlardan köye dönerken Sipel"in kokusunu aradı. Sonra dedi ki; Ne verdin ki, ne almak istiyorsun.
Yayla zamanı gelip çattığında sürü uzun süre dağdan inmeyecekti. Bu durumu bildiğinden son kez görmek istese de sevdiğini göremedi ve uzun ayrılık vakti bir sabah erkenden keçi yolundan dağların doruklarına doğru başladı.
Dağlar yaraların merhem bulduğu, sabır sınırlarının akla döndüğü yerlerdi. Düş, yaban çiçeklerinden almışsa rengini; gerçek de, rüzgârın kollarında salınırdı. Sert ve serindi çünkü. Koyunlarla kurduğu dünyasında Sipel hep vardı. Ne zaman boşalsa gökyüzü onu düşler ve ne zaman eserse gündoğusu yamaçlardan takatine Sipel"i pay ederdi.
Sayılı gün hesabı dağlardaki yaşam vaktini tamamlamıştı.
Köye dönüşte ise onu can evinden vuracak haber köyün delisi tarafından verildi
Sipel evlenip gitmişti başka bir köye
Bu vurgun hayat akışı üzerine kara bir gece gibi düştü, gâh dağlarda, yamaçlarda, gâh başka diyarlarda derviş hesabı dolaşıp durdu kaç zaman. Her gün taze taze kanayan bir sürekli yarayı taşıya taşıya bitap düştü.
En son dilden dile dolaşan yaban hayvanlarının parçaladığı bir insan iskeleti bulunmuş sözlerinden sonra bir daha Sidar"ı ne gören nede duyan olmadı.
Sipel ise namussuz bir belanın, namus kurbanı olmuştu Uzun ve sevdalı örükleri kesilmiş ağıla kapatılmıştı hayvan hesabı. Keçi kılından örülmüş urganın bağında asılı bulununca tavanda, hayat bir başka çevrildi dillere. Akşam kızıldı kana bulandı, gece yasa büründü
Adını yitiren bu aşkın gölgesini, bir ananın kanayan yüreğinde gördük.