Bir öğlen sonrası güneş eğer sizi ısıtmışsa ve ondan dolayı gölgeyi tercih etmişseniz, şöyle derinlere dalmamak içten bile değil buralarda... Bu derinlik çoğu kez yaşamınızı ısırır durur.
Oturduğumuz yerden bisiklet tamircisini izliyoruz. Çocuklar başında bekleşiyorlar. Dirseği ile bazen yüzündeki teri siliyor ve çocuklara yüksek sesle çıkışıyor. Bir baraka gibi olan dükkana bir giriyor, bir çıkıyor.
Mustafa dayı soruyor; Namaza daha var mı?
Daha bir çeyrekten fazla vardiyorum.
Çay bardağını alıyor, bir yudumda buharı yükselen çayı içiyor. Ve başlıyor anlatmaya:
On iki yaşındaydım. Babamın askerlik arkadaşının daveti üzerine büyük şehre gitmiştik. Başkaleye kadar at sırtında gittik, ondan sonra eski bir kamyonun kasasında Vana vardık.
Bu şehir, bizim şehirden daha büyüktü. Van Gölünün kıyısından geçerken uzaktan Akdamar Adasını gördüm. Aklım yetmedi bir türlü ona giden yol nerede diye. Babam anlattı oraya nasıl gidildiğini ben yine de inanmamıştım. Bir tek Allah gidebilir ve bir de melekler dedim kendi kendime...
Çünkü bizim aklımızın sınırları tel örgüyle çevrilmişti.
Aklın ermediği yeri zorlama o Allaha çıkar derdiler.
Birkaç gün sonra misafir olduğumuz eve varmıştık. Evin hanımı ve babamın asker arkadaşı Teyfik amca o kadar sıcak karşıladılar ki anlatamam.
Bu şehri görür görmez aklımın bütün sınırı ihlale uğradı. Kocaman binalar ve yerden yüksekliği gözle görülemez bacalar ve bu bacalardan yükselen dumanlar beni hayretler içinde bırakmıştı.
Benim yaşımda bir de kızı vardı Teyfik amcanın. Bahçeye çıkıp baktığımda o kız adını bile bilmediğim bu bisiklete bindi ve sürmeye başladı. Orda olduğumuz sürece bazen pantolon, bazen kısa etek giyerek sürdü o bisikleti.
Sokağa çıktığımda oğlanların ve kızların elele dolaşıp, kumru gibi koklaştıklarına şahit oldum. Aklımca bunlar cehennemli demeye başladım. Kızlar erkek gibi erkekler ise kızlar gibi süslü püslü... Çok garibime gidiyordu.
Orada yaşadığım günlerin farklılığı adım başı çıkıyordu karşıma. Mesela demirden yapılı çocuk parkı.
Daha ilk gün bisiklete binmeye davet edince Teyfik amcanın kızı, binmemiştim. Bana göre o kızların oyuncağıydı ve haramdı, binmemeliydim.
Tabi bunun gibi çok farklı yaşam çizgileri çıktı karşıma; sevdim... Ama açık söylemek gerekirse annemi, bizim bu toz toprak ev avlularımızı ve arkadaşlarımı o kadar özlemiştim ki dokunsalar ağlayacaktım.
O kadar el üstünde tuttular ki beni sevinç dişlerimin arasına gülücük olup oturdu.
Bir fasıla benim okula gitmemem yerleşti. Şaşkın ve bir o kadar içli sitemlerle babama yöneldilerse de sonradan anladılar ki o bir mecburiyetti. Çünkü okul yoktu bizim illerde.
Dönüş yolunda çocukluğumdan kurtulmuş olgunlar gibi veda safına girmiştim. Ciddi ciddi ayrılıyordum onlardan ve üzülüyordum. Bu kısa zamanda konuk olduğum iyi insanlardan ayrılmak zor gelmişti her nedense.
Bütün yol boyu hayalimde bisiklet sürdüm.
Kimi zaman düşüp dizimi kanattım, kimi zaman iyi bir sürücü oldum. Benim için bisikletin bir hayal olacağı kesindi. Hayalini yaşamaksa lüks oldu.
Gençlik yılarımda her kes gibi beni de baş göz etmeye çalıştılar ve benden habersiz komşumuzun kızı forslu Eyşoyu istemişlerdi annem babam.
Forslu Eyşoyla üç gün üç gece devam edecek bir düğün sonunda hayatımız birleşti. Benden yıllar sonra evlenen arkadaşlarımın çocuğu olmasına rağmen benim çocuğum olmuyordu ve ben buna dayanamıyordum. Artık mahalleliden de abuk sabuk laflar duymaya başlamıştım. Hayatımın onunla geçen zamanları da sahiden güzel geçmişti ve forslu Eyşo hem forslu hem de kısır Eyşoya dönmüştü o aralar.
O kış yer yatağında ben ve o, tezek sobası ve duvarlar şahitliğinde aşkın doruğuna çıktık. Sevişmelerimizi karanlıklar kıskandı. Bisiklet pedallarının dönüşü kadar hasret kaldığım çocuklarımız o kıştan sonra yola düştü ardarda. Evimiz tıka basa çocuk doldu.
Biz forslu Eyşoyla sadece çocuk doğurmadık; aşkı da doğurduk...
Bizim ellerimiz ve dudaklarımız büyük şehrin çocukları kadar yapış yapış olmazsa da yüreklerimiz bir biri için ilk gün heyecanıyla atıyor. Aramıza örülen bütün sınırları ihlal edecek kadar aşkı yaratıyorduk.
- Oğlum namaza daha varmı?
- Yok amca? Namaz vakti geçti, senin aşkına bir sınır da ben çizmek istemedim.
- Oğul sınarları kaldırmak için, tıpkı fırtınalar ve rüzgarlar gibi aşk yaratmak lazım. Yoksa sınırı aştığında adın kaçakçıya çıkar.
Bu konuşmalardan sonra eve doğru yola çıktık. Karanlık çökmek üzereydi. Yolun bir yarısında Eyşo ana ve kızı önümüze geldiler. Onun aşkı nefesine deymişti... Kızı ise bisikletin pedalına çocukluğunu sürüyordu.
Sevgiler ve bilgiler paylaşıldıkça çoğalır.