Şu son günlerde ki siyasi hareketlilik, ölü müzakere umutlarının kıpırdamasına vesile olmuş durumda.
Anlaşılıyor ki Türkiye “beraber yola çıktığı” siyasi karakterle Kürt meselesinde ciddi bir mecraya ulaşamayacağını anlamış.
Ve yine anlaşılıyor ki Kürt muhalefeti varlığını his ettirdi.
Hal böyle olunca, Abdullah Öcalan'la görüşmeler merkeze alındı. BDP'den tercih edilen siyasetçilere bakıldığında da ortaya yeterince belirgin olmazsa bile bir ciddiyet fotoğrafı çıkıyor.
HDK ve BDP’nin Karadeniz çıkarmasında ortaya çıkan şöven duvar ile AKP'nin Diyarbakır’daki görüşmelerini yan yana getirdiğimizde fotoğrafta net görünen imge Kürtlerin barış için daha duyarlı ve sağduyulu olduğudur.
İşte bu noktadan da ilerlediğimizde hükümetin kalıcı bir barış için hareket alanını belirlemiş olduğu okunuyor.
Fakat bölgedeki askeri diktanın varlığı, operasyonel durum, yollardaki arama noktaları, hava hareketliliği barış-müzakere umutlarının tansiyonunu çıkartıyor.
İnsanları inandırmak için daha fazla normalleşme belirtileri gerekiyor.
Gerçi Abdullah Öcalan'la başlatılmış olan bu görüşmeler, önemli oranda kürdün umudunu yüksek tutuyor ama yine de yukarıda saydığım öğeler bir kararsızlık nedeni olabiliyor.
Denilebilir ki işin daha başındayız. Bu tarz bir görüşme savaş tarihi boyunca ilktir. İlk olma münasebetiyle hemencecik umutlanmamak ve süreçten mutlak barış beklentisi içinde olmamak gerekir.
Doğru olan budur.
Ama bu işin başka doğruları da ortada.
Sinop, Samsun ve en son Hatay’daki saldırılara bakılırsa Türk tarafı Kürtlerle barışı, ülkenin bölünmesi ve düşmanlarının zaferi olarak algılıyor. Algı hanesinde bu kadar kemikleşmiş bir milliyetçilik yatan halk kitlesini barışa nasıl evirileceği sorulmalı.
Öte yandan Kürt tarafının da, açık beyanla statü talepleri mevcuttur. Özerklik ve yanı sıra federasyon taleplerini geçen bağımsızlık talepleri de vardır.
Ana dilde eğitim, anayasal garanti, yerel yönetimlerde güçlendirme şeklindeki talepler bu günün koşullarında makul talepler olmasına rağmen, Türkiye kamuoyunun belli kesimleri tarafından asla ve asla kabul edilemeyeceği şeklinde vaveylalarla ortaya koyulmakta.
Açıkça söylemek gerekirse iki zıt kutup.
Ve bu iki zıt kutbun bir araya gelmesi konusu büyük bir belirsizliktir.
Esas konuya gelirsek şöyle bir gerçekte ortaya çıkar.
Bugün barış ya da müzakere konuşuluyorsa, hükümeti dolayısıyla devleti bu mecraya iten yegâne sebep Kürt muhalefetidir. Yediden yetmiş yediye Kürt muhalefetinin bunda ciddi payı vardır.
Gelinen noktada Türkiye’nin ilerleyebilmesi için, kendi içindeki bu kocaman meseleye çözüm bulması gerekiyor.
Türkiye, ister Kürt muhalefetinin demokrasi taleplerini dinlenilip dünya ülkesi olma istemini gerçekleştirir, isterse de kendi içindeki muhalefeti dinleyip bu cadı kazanında kaynayıp kaynayıp sonra da soğur.
Anlayacağınız savaş, barut, tabut, kurşun, pilot, ölüm sürer…
O zaman şimdi yapılan görüşmelerin ne kadar önemli olduğu anlaşılıyor. Cumhuriyetin yaşından da eski Kürt meselesinde her şeyin bir anda olup bitmesi elbette düşünülemez. Ama bu samimiyetle yürümesi halinde yakın bir gelecekte umutların yerine gerçekleşmiş taleplerin mutluluğu ve huzuru içinde oluruz.
Galiba bundan başkada şans yok.