Arif'e tarif

İrfan Sarı

Akasya caddesinde küçük bir terzi dükkanımız vardı. Eevet küçük, iİçinde nice umutlarımızın kol gezdiği, nice sevgilerimizin destan döndüğü ve bence bu gün varlığımızın nedeni sevdalarımız vardı. Emeğimiz çığ gibi büyürdü orda. Beyler ve bayanları şık kılmak için çok sebat gösterirdik.

Birgün, dükkandan içeri siyah takım elbiseli çok şık koltuğunda kitapları bir delikanlı girdi. Yüzünde geleceğe bakan bir ifade vardı. Gömleğinin düğmesi kopmuş dikilecekmiş onu söyledi... Ayak üstü düğmesini dikerken üç beş laf ettik...

Çıkarken dükkanın az ötesindeki okula doğru arkasından izledim. O delikanlının gelmesiyle yarım bıraktığım işimi bitirdikten sonra bizim kahveci hüseyinden bir çay istedim.

Camekandan okulu izlerken çayımı yudumlamaya başladım.

Bir an için dalıvermişim, hani benimde halim vaktim yerinde olsaydı da okuyabilseydim, okula gidebilseydim. Benim de kalemim, kitaplarım, defterlerim olsaydı.

Bir liseli platonik aşkım olsaydı.

Felsefeyi bilseydim, sosyalizmi, marx'ı, lenin'i tanısaydım. Tarihi, coğrafyayı, matematiği, edebiyatı, fiziği, kimyayı hatta o çok denilen şey demokrasiyi offfff ya of.

Atomu öğretmenle tartışsaydık, enine boyuna irdeleseydik. Sonra insan geni üzerinde fikir edinseydim. Varıp şu güneşi, uzayı, karanlık gecelerimizin aydınlığı Edison'un buluşunu öğrenseydim. Hatta Cumartesi Pazar günleri onlar gibi gezip tozabilseydim, tatil zevkine varabilseydim.

En çok sevdiğim futbol topu peşinde ter dökebilseydim...

Derken beni daldığım düşten beni düşe iten kişinin merhabasıyla uyandım. Kalkıp elini tokaladım, buyur ettim karşımdaki tabureye oturdu.

İsmi Arif'miş, babası şehrimizin yerlilerinden şahsen tanırım. Annesi o doğduktan birkaç ay sonra hayatını kaybetmiş, üvey anne elinde büyümüş. Babasının ilgisizliğinden şikayet etti. Çok bonkör ancak ilgisiz deyince karnımın altı sancılandı.

Amacı hukukçu olmakmış ve bu sene hazırlandığını da söyledi. Ve avukat olursa mutlaka sınıf arkadaşı Leyla ile evleneceğini söyledi, çünkü böyle sözleşmişler.

O günden sonra birkaç ay beni hep ziyaret etti.

İki dost olmuştuk onunla. İyi iki sırdaş. Arif sıradan biri değildi, hümanist bir tarzdaydı. Dünyada olup bitenlere akıl erdirirdi, siyasetçi gibiydi her şeye yorum yapıyordu, dili çok keskindi.

Ben çoğu kez dediklerinden anlamazdım. Muhtemelen geleceğimize dair bir liderin sarf ettiği laflar derdim kendi kendime. Kısa arkadaşlığımız bir bahar ayında bitmişti çünkü ben askere gitmek zorundaydım.

Okuma yazmam olmadığından cevap veremezdim, bu durumdan ona hiç bahs etmemiştim. Dükkana gelen mektuplardan bir adresin olması lazım biliyordum. Ona adresimi ustama yazacağımı ondan almasını söyledim.

Yaklaşık üç ay sonra usta birliğime gitmek üzere ev iznine yollamışlardı.

Bu izni kabul etmedim, bir an önce askerliği bitirmem gerektiğini komutanlara söyledimde beni birliğime yolladılar. Gittiğim ilk günlerde edindiğim bir arkadaş sayesinde artık mektup yazmaya başlamıştım.

İlk mektubumu ustama yazdım...

Ve Arif'e verilmek üzere adresimi de bildirdim. Birkaç ay sonra bir mektup aldım Arif'ten.

Kısaydı.

Üniversitede olduğunu derslerden dolayı zaman bulamadığından kısa tutmak durumunda olduğunu belirtmişti.

Bu çok hoşuma gitmişti, artık benim de üniversite okuyan bir arkadaşım vardı. Bütün askerlik boyunca o mektubu defalarca okuyarak gururlandım.

Dönüş zamanı okuma yazması olan ve Reşat Nuri Güntekin'in “Çalıkuşu” - “Dudaktan kalbe” adlı iki romanını bitirmiş olarak yola çıktım.

Otobüsün camlarından yol boyunca görebildiğim bütün reklam panolarını okudum.

Karanlık çökerken şehrimize iki günlük yolculuğum sona ermişti.

Mutluydum. 

O havayı bizim fakirhaneye taşıyınca taş ocaklardan hemen et kokuları yayıldı etrafa. Babam dedemden kalma silahla geceyi delik deşik etti.

Komşular akrabalar bir bir gelmeye başladı, evin bahçesi bayram yerine döndü birden.

Koca bir ateş yakıldı ve halaylar çekilmeye başlandı.

Geç saatlere kadar süren bu kutlamanın ardından uykuya yattı şehir.

Diğer gün çarşıya çıktım, çıkmaz olaydım. Her şey değişmişti. Ustam dükkanı satmış, bizim kahveci Hüseyin kavgayı ayırayım derken vurulup ölmüştü.

Uzaktan uzağa beğenip aşık olduğum kız hem memur olmuş hem de evlenmişti. Bizim eve giden yol eskisinden berbat olmuş, Arif'in okuduğu okulun bahçesine duvar örülmüştü.

Bir müddet işsiz dolandım, bu süre içinde arkadaşım Metin'in bilardo salonuna takılıyordum. İddialı bir bilardo maçı izlerken başını önüne eğerek üzgün duran kişinin Arif olduğunu farkettim.

Kalkıp oturduğu masaya doğru yürürken beni gördü, telaşlandı, elindeki sigarayı söndürdü, birbirimize sarıldıktan sonra beraberce oturduk.

Konuşamıyordu bitkin bir vaziyetteydi.

Israr edince söylendi. "Sana mektupta yalan söyledim üniversiteye giremedim, liseden de atıldım. Arkadaşım leyla beni uyuşturucuya alıştırdı."deyince beynimden vurulmuşa döndüm.

Gözleri ıslandı bunları anlatırken. Beni bu illetten kurtarın diye yalvarıyordu.

Diğer gün babasına gittim. "Arif kötü, onu askere gitmeden önce tanımıştım. Ne oldu da birden bu hale düştü?"dedim. Adam açar açmaz ağzını hüngür hüngür ağlamaya başladı. Onun için yaptıklarını söyledi, bütün yaptıkları zoruna gitmemiş bir tek sınıf arkadaşı Leyla'ya da bu alışkanlığını bulaştırdığını, bundan dolayı kimsenin yüzüne bakamadığını anlatınca şaşırmıştım.

Utanmazsam tutup başını göğsüme dayayacaktım. Belki o koca adamı teselli ederim diye.

O günden sonraki gün uzaktan takip ettim Arif'i. Şehrin kıyısındaki bir harabeye birkaç kişiyle takılıyordu, sigara içiliyor enjektörle mutlu olmaya çalışıyorlardı. Ve bundan sonra bir hamur yığını gibi genç bedenler yığılıveriyordu ortalığa.

Birkaç kez denememe rağmen cesaret edip yaklaşamadım onlara. Birkaç hafta sonra onu ayakta duramayacak bir şekilde gördüm. Titriyordu, sümüğü akmıştı, ellerime kapandı, kurtulmak istediğini söyledi.

Kişiliksizlikten, onursuzluktan, yalancılıktan bıktığını zar zor anlatıyordu.

Koluna girdim eve götürdüm. Kapıyı çaldım babası geldi kapıya, alışıktı bu suratı görmeye beni de görünce birşey demedi. "Bu sefer son"dedim.

"Artık kurtulmak istiyor."

Koca adam, "keşke"dedi ve içeri buyur etti. Götürüp yatağına yatırırken hala titriyordu. Başında bekledim, uyur gibi bir haldeyken ayrıldım evden.

Diğer gün kulaktan kulağa dolaşan ölüm haberi bana da ulaştı. Ölüme koşar adım giden o yakışıklı, gece evden ayrılır sessiz yarışı bitirir.

Son yolculuğunda babası koca bir çınarın devrilmiş gövdesini andırıyordu.

Ve açılmamak üzere bir sayfa kapanıyordu.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (14)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.