Pek kıymetli yazar ve gazeteci arkadaşım İrfan Aktan’ın iletişim yayınlarında çıkan “Nazê, Bir ‘Göçüş’ Öyküsü” kitabında aidiyet mevzuuna çarpıcı bir örnek var.
Nazê, İrfan’ın artık rahmetli nenesi. Kitap yazıldığında 2000’li yılların başında 104 yaşındaydı Nazê nine. Kitabın yayınlanışı üzerinden bir kaç yıl geçtikten sonra ahir ömrünü tamamlayıp öte yakaya göçtü.
Nazê Hakkâri’nin öte yakasındaki Irak sınırları içinde kalan Akre şehrinde yaşayan adı sanı ünü olan bir Yahudi ailenin güzeller güzeli kızıdır. İrfan’ın dedesi Nazê’yi kaçırır. Kendine eş yapar. Doksanlı yaşlarına kadar Hakkari’nin Yüksekova (Gewer) ilçesine bağlı köyünden dışarı adım atmaz.
Nazê hatunun köyüne bir gün çerçi gelir. Muhabbet esnasında çevre yerleşim yerlerinden birini sorar Nazê neneye. “Bilmiyorum” der Nazê nine devamını da şöyle getirir. “Ben buralı değilim ki!”.
Çerçi, merak edip sorunca devamı gelir. “Ben Akre’liyim, öbür tarafta akrabalarım var. Merak ediyorum onları” der. Çerçi der ki; biliyorum oraları, istersen götüreyim seni deyince! O zamanlar 93’ünde olan Nazê nine “bekle içeri geçip bohçamı hazırlayıp geleyim” sözleri dudaklarından dökülür Nazê ninenin.
Aidiyet böyle bir şeydir. Dünyanın öbür ucuna da gitseniz kendinizle beraber götürdüğünüz şehirdir ait olduğunuz. Geceleri rüyanıza, gündüzleri de hayalinize destursuz, pervasız korkusuz sahip malik gibi gelip yerleşen.
Avrupa’da her biri en az yirmi yıldır sürgün hayatı yaşayanların evlerinde de aynı görüntülerle karşılaşınca sormuştum “ne bu hâl” diye! Demişlerdi ki; “Biz hep yakın zamanda döneriz diye kalıcı yerleşikliğimiz hiç olmadı. Zaman geçti dönüp ardımıza baktığımızda, geldiğimiz şehir hayli uzaklarda kalmıştı. Sürgünde doğan çocuklarımız ise artık bu sürgün diyarlara ait olmuş bizim dilimizi bile konuşmuyorlardı.
Aidiyet zamanın hızla akışını ve kendimizin zamanla olan ilişkisini anlamamıza da bir nebze çare sunar. Hatta çare sunmakla kalmaz! Cevapları kendi içlerinde saklı sorular da sorar. Belki o soruların yanıtlarının bir bölümünü hiç mi hiç veremeyiz. Saklımızda gizlimizde kalır. Nereye aitiz, kime / kimlere aitiz. Bir kimlik üzerinden aidiyetimiz var mı? Yoksa bir başımıza mı kalmışız bu dar-ı dünyada.
Buradaki asıl mesele şu ki; size ait olmayan büyük kalabalıklar içinde bir başına olduğunu bilip öyle yaşamak mı?
Yoksa artık o büyük kalabalıkların dişlilerinin bir parçası olduğunuzu bilerek kabullenerek yaşamak mı? Belki de; bir şeyler yemek için yaşayan, ya da yaşamak için ihtiyaç duyduğunda yiyen mi?
Ve hep Malatyalı Sami Kasap’ın o malum şarkısının sözleri;
Çaldığım bağlama
Kara gözlüm ağlama
Ben, buralı değilem
Bana gönül bağlama