Bir parça masaldan bir parça yürek hissiyle merhaba çocuklar!
“Doğuya sırtını veren İspirez sıra dağları Ağustos kuşlarını izliyordu heybetli heybetli. Kuşlar peylan tepelerinin bittiği yerde bir o yana bir bu yana kanatlanıyordu. Uçmak kanatlarında yaşamın öteki yüzüne, yani göç etmek bir başka yere. Her kanat çırpanında bir ah… Her nefes için milyon kere yok olma…
Mevsim oruçluydu.
Kuşlar su gibi berrak kanatlarında umut yeşertiyordu. Umutlarına alıcı kuş dadandı!
Ölüm geldi sonra… Paramparça… Bölük pörçük…”
Bir öğlen sonrasıydı. Güneş kara bulutların arkasında kelepçelenmişti. Rüzgar ölümün şarkısını gezdiriyordu ovada.
Siz yüreğin en kardeş türküleriyle seviyordunuz yaşamayı. Siz sevdiğiniz yeminlerle bağlıydınız dünyanın kalbine.
Oruç mevsimiydi, oruca girdiniz kan revan.
Şimdi sizin yasınızı kim tutar.
Kim tutar bizim yüreğimizin taşkınlarını. Hangi bent!
Öyle oluk oluk akıyorsunuz kalbimizden aşağı. Öyle buram buram kokuyorsunuz burnumuza. İftar pidesi gibi açlığımızın iflahını kesiyorsunuz. Doymadığımız bütün sofralarımıza konuk olurken ellerinizi öpüyoruz doyasıya. Gözlerinizi içiyoruz yeminle.
Bilseniz çocuklar!
Bizim bedenlerimizin düğmeleri tutmuyor iliklerini. Bütün elbiselerimiz yırtık. Annemizin elleri iğne tutmayalı hayli zaman olmuş. Ki tutsa da dikemeyecek iliklerimizden akan kanın önünü. Öremeyecek yüreğimizdeki kilimin dokusunu.
Bizim kilimimiz nasılda dolu doludur. Bahçe içindeki çekirdek patlaması gibi her yanı yeşil, her yanı kırmızı, her yanı sarı…
Neleri, neleri sığdırmışız yüreğimizin kilimine bir sizin göç hikayesini sığdıramayız ha! Bir sizin göç hikayesinin ana fikrini çünkü ölümün ana fikri yine ölümdür.
Evvel zaman kanunudur bu. Kardeşlerin acısı sığmaz yüreğe, tuzun yaraya sığmaması gibi.
Mesela her adımda yanımızdasınız, her öksürdüğümüzde göğsümüzden geçiyorsunuz. Her sokağa çıktığımızda yürüyorsunuz bize doğru. Her yudumladığımızda çayı, bardağa resminiz geliyor. Her sarf edilen sözün arasına saçlarınız karışıyor. Her yastığa baş koyduğumuzda kırılıyor odanın duvarları, tavan üstümüze çöküyor.
Ve onun içindir ki gülmelerimiz sizsiz anlamsızlaşıyor. Kayboluyor dağarcığımızdaki kelime hazinesi. Mesela gökyüzündeki dolunayı göremiyoruz eskisi gibi, hâlbuki ay dolalı çok oldu. Hele kısacıkta olsa gözleriniz gözlerimize çarpınca bütün göçmen kuşlar kulaklarımıza çığlıklaşıyor.
Bir öğlen sonrasıydı, şehir akın akın hüzün sağıyordu.
Bulutların olduğu yere kadar kaynadı duygular.
“Giderseniz bir daha sarılmama fırsat verin” dememe bile zaman vermediniz. Olsun size sarıldığım anları yaşarım yeniden kalan ömürce.
Ağustos yansın…
Ağustos yurtsuz kalsın…
Ağustos buz kessin…
Her ne desem de azaltmayacak yüreğime düşen eksikliğinizi.
En iyisi çıkıp gelin görün özlem denizimi. Kurudu.
Sizi çok özledim… Gelin hadi.
Rüyalarım ömrümde bir kez gerçek olsun. Ne olur!