Ağlayacak gibi olurken

İrfan Sarı

Gever pek çok şeyden çekti yıllardır.

“11 ay gış 1 ay remezan” diyen Van şivesinden de anlaşılacağı üzere doğanın ve ilahi duygunun da esareti bu çekilenlerin arasındadır.

Bir kış bir kıyamet olur ki elektrik telleri akım geçiremez olur. Adeta donar tellerin içinde.

Buz kesilir ki her yer, bir damla sıcaklık için iç geçirir insan.

Yoksullukta beladır.

Ceza her şeyden beter olanıdır.

Yani koca coğrafyada bir toz bulutu kopsa önce Gever'e kesilen ceza da bitmiyor hiç.

Bir zaman “uyuşturucu köprüsü” deyip suçlandığını dün gibi hatırlarım. Sanki dünyanın uyuşturucusu buradan geçiyormuş gibi ve bu işi sadece Geverliler yapıyormuş gibi bir izlenim yaratıldı ki bundan kurtulmak neredeyse mümkün olamadı.

Oysa Gever’in yolları tozdan geçilmiyor. İki üç aylık bahar-yaz ayları boyunca solunum yolu enfeksiyonları düşmez yakasından Geverlilerin… Hatta kalıtımsal sağlık sorunlarına fırsat verdiğini söylemekte mümkün…

“Bir kilo toz bir otobos” deyip Gever’i hedef tahtasına oturtan medya bu alışkanlığından bir türlü vazgeçmediği gibi türlü türlü yolunu bulup Geverlilerin üstüne yürüdü her fırsatta.

Fırsatçı medya gün geldi Geverlilerin düğün merasimlerini çarşaf çarşaf sergiledi.

Gün geldi kaçağa giden birkaç Geverliyi hedef tahtasına oturttu.

Gün geldi kaçak elektrik kullanıcısı yaptı.

Ama bir türlü Gever’in gerçeklerini görmeyi denemedi.

“Taş atan çocuklar”

“Teröristler”

“Hendekçiler”

Diye diye yerle bir etmesini de becerdiler velhasıl.

Hani taş üstüne taş bırakılmadı dense yeridir ama onlar kalan taşları da hazmedemedi ve sanki Gever'de hiçbir saldırı olmamış gibi davrandı.

Göçü görmedi. Yıkımı görmedi.

Görmek istemedi.

Utanmazlarsa Gever’i yerle bir eden darbecileri dahi görmeyeceklerdi.

Onların gözündeki “İyi çocuklar” kelepçelenip sorgu odalarına alınırken dahi hala iyi çocuktular.

Geverliler ise sokaklara inen “kötü çocuklar”

Sahi bunları neden söylüyorum ki?

Yakılan ve yıkılan koca kent yeniden ayaklanacakmış sanki bunları söylersem..

Şaka gibi olan elektriği sistematik olarak kesilmeyecekmiş gibi. Yasaktan bu yana karanlıkta olan koca mahalleler aydınlanacakmış sanki!

Kocaman gülüyorum kendime.

Belki de delirdim.

Belki de hala adı kontrollü yasak olan ve devam eden yasak yüzünden tüm bunlar.

Kim bilir belki de zırt-pırt “Sala” okumadığımızdan.

Galiba kafayı yedim.

Baksana medet umacağım şimdi bi takım şeylerden…

Uzun uzun göçlerden, kısa kısa yaşamlardan çıkardığım bunlarmış.

Duyar kasıyorum.

Duyarsızım.

Sızım.

Bitmiyor.

Oysa daha yıllar evveli yani 80 yıllarının darbesinde Van’lı komşularımız, fırça kayan zamane paşası Kenan Evren gidince şöyle demişlerdi. “Üksekovalılar toz kaçırıp Paşa bize kızıp”

Kabahat kolayca yüklenilmişti o zamanın “Üksekovalılarına”

Kapanmayan sızım…

Kapanmayan yaram…

Kabahat bu sınır boyunda olduğumuz içindir belki de.

Kesinkes olan neyse işte! Belki de o.

Yani Kürt olmak..

Belki de yatırıp ıraklara göçü, bir hasret kanserine yakalanmak gerekiyor bu günlerde. Taa ciğerin orta yerinden.

Taa ciğerin orta yerinden..

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.