Çöl sıcağı ülkeyi Saddam"ın yaktığı kadar yakmamıştı hiçbir zaman. Toprak çoraktı, güneşin yakıcılılığında toz olmuş rüzgârda hortumlanıp bir yerden bir başka yere habire dolanıyordu. Yeşil tonun en soluğuna rastlardı bazen insan ama acı çekmekten benzi solan insanların yürek paralayan görüntüleri yanında zümrüt yeşili olurdu her yer
Bir diktatörün coğrafyaya insana ve neredeyse dünyaya karşı sürdürdüğü yarım asırlık hunharlık akıl sınırlarını bombalıyordu.
Seddam zêre sloganıyla beslenen bir takım, koro halinde Saddam"ın ve onun askerlerinin işlediği cinayetlere süs kağıdı yapıştırırcasına yardaklık yapıyordu. Bununla birlikte Kürtlerin sonsuz ezadan geçirilmesine kayıtsız kalan liderler dünya turlarına First Lady"leriyle çıkarken dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir mutsuzluğun yaşandığını vurguluyorlardı. Oysa orada o coğrafyada yanmış toprağa çıplak ayak basan Kürt çocukları Saddam"ın askerlerince katlediliyordu.
Metrelerce derinliğe kazılan çukurlara tıklım tıkış insan doldurulup üstü örtülüyordu.
Bu vahşete kayıtsız kalan insanlık insan cenazelerinden çıkan keskin kokuları burunlarında his derken dahi suskun olmayı hatta ağız kıyılarıyla gülümsemeyi becerdiler.
Babilin asma bahçelerinin tarihi değerlerinin alanı etrafında yükselen bu fütursuz mezalim giderek cihana sesini duyurdu. Bu eziyet üstüne kasır yaptıran ve dünyaya caka satan katil Kürtlerin üzerine kimyasal katışımlı bombalar yağdırmayı da ihmal etmedi.
Dünya bu soykırıma tepki vermek yerine günübirlik politik laf yuvarlamalarıyla cevap olmayla yetindi.
Halapçeye gazap bulutları yağdırmayı akıllarına koyan bu vahşet mimarları birbirlerine sonraları anlaşılacağı üzere Kimyasal Ali gibi lakaplarda takacaklardı böbürlenerek.
İşte bu gaz bombalarından biri çorak topraklara bırakılırken toprak damlı evlerin içinde umutlarının baharında ve yaşamayı çok hak eden insanların katline okumuşlardı fermanlarını.
Zehirli gaz küçücük kentin havasına rüzgârın kollarında yayılırken o alçak damlı evlerin içinde hayatının baharında ve biraz sonra katılacağı düğün için hazırlığını yapan adını bilmediğimiz bir Kürt kızı vardı.
Ay saklanmıştı yüzünün gözeneklerine, güneş bir zerre sıcaklığını vermişti pembemsi dudaklarına, saçları kara bir geceden rengini almıştı. Kirpiklerinin diplerine katran sürmesi çekince dünyanın merkezi yer değiştirmişti. Alnı o kadar pürüzsüzdü ki tanrı kader yerine bir ayna yerleştirmişti öyle sanılırdı. Elmacık kemiklerine az oturan kızıllık yüzüne bir coğrafya uğratıyordu.
Çıkık elmacık kemikleri, sürmeli gözleri ve kara saçlarının üzerine saf armüş (ipek) bir gökkuşağı tülbent örtündü. Kurtek (fistan kirasın bir modeli) giysisinin beline iliştirdiği şalıyla güzelliğini sanata dönüştürdü ve ömrünün en neşeli yine en umutlu düğününe doğru yürümeye başladı toprak evin içinde.
Tahta kapının arasından süzen ışık süzmelerine kendi güzelliğinin yansımaları çarpışırken dışarıda bir hayın gaz bulutu rüzgârın önünde hızla yayılıyordu. Ellerini tahta kapının zırzasına attı ve içeriye doğru çekti kapı menteşelerinden çıkan gıcırtı eşliğinde ilk adımını eşikten öteki basamağa indirdi.
Gökyüzü aşağıda olup bitenlere hüzünlü tanıktı
O dünyaya meydan okuyan güzellik ile dünyayı yok etmeye çalışan gaz bulutu açık havada buluştular.
Ciğerlerine soluğuyla kavuşan bu zehir onu oracıkta yere yığdı.
Kirpiklerinin etrafındaki katran sürmesi bile zehirle birlikte dondu.
Yığıldı, nefesi daraldı, ölüm uykusuna daldı.
Avucu usulca açıldı içinden bir ak desmal saçıldı yere.
Yanmış toprak zehirlendi adsız Halepçeli Kürt kızı gibi.
Dünya ölümün müteessiri göründü.
Yüreğine çakılan bu mıh gibi ölüm dahi adsız Halapçelinin avucundan beyaz desmalı alamadı
Dünyayı güzelleştirmek ancak güzellerin sanatıdır.
Anla bunu dünya.