Hafif acılar konuşabilir ama derin acılar dilsizdir
Ne zaman gökyüzüne güneş açsa anlarız yeni bir gün ile iş gücü başlar. Yeni bir gün yeni umutlara götürür. Umutlar beslendiği yerden dirilir yeni güne.
Umutla ülkede gelişen dipsiz gündemlerin bitmesini bekledik her gün.
CHP"nin veya MHP"nin vatanperverlik nutuklarından kendi kitlelerinin dahi gına olduğu o ipsiz sapsız gündemlerden sıyrılmak istedik umutla.
Misak-ı milli sınırları dâhilindeki nutukların artık bu cadı kazanında yeri kalmamıştı çünkü.
Artık insanlar karanlıktan sıyrılıp her gün sofralarına gelen bayat yemeklerden haberdardı. Kürt kardeşlerimizle bir sorunumuz yok derken dahi Kürt kardeşlerinin kalbine kurşunu ateşliyorlardı, kollarını kırabiliyorlardı ve gözlerini patlatabiliyorlardı.
Ama ama
Kürt kardeşleri cumhurbaşkanı bile olabiliyordu.
Hatta üniversitelerde araştırma bilim dalı profesörü olmak işten bile değildi. Mesela bir matematik araştırması yaparken x w q harflerini bile kullanabilirdi.
Ben kürdüm demek yerine profesör olmak ya da cumhurbaşkanı olmak daha iyi değil miydi?
Hatta misak-i milli sınırları içinde özgür basın mensubu olmak ve halka özgür neşriyatçılık yapmak sonuna kadar özgürdü. Mesela herhangi bir mankenin vücut ölçülerini taşıyabilirdi topluma ya da bir barda boğazı kesilen yoksul bir kızın hikâyesini yazabilirdi. Namus cinayetlerini taşıyabilirdi mesela
Cinnet geçiren babaların dramlarını anlatabilirdi.
Ama polis ve asker insanları toplumsal reflekslerde öldürürken, döverken kadınları, kırarken çocukların kollarını, patlatırken gözlerini yazmamalıydı. Gazetecilik neşr etmek değildir derin acıları.
Derin acılardan söz ederken halkı kin ve nefrete sürüklemek fiili oluşur, provoke eder. halk doğrulardan sapar, devlete karşı kaygıları oluşur.
Bölücülük olurdu derin acıları dile getirmek
Gazetecilik alkışlamaktı asker adımlarıyla yürürken ordu mensuplarını. Haber spikerleri gibi kahramanca sözcükler türetmekti onlara dair. Zafer sloganları atmaktı
Panzer altında ezilen vatandaşın, panzere karşı oluşturduğu fiilin devlet malına zarar vermek olduğunu saatlerce haber programlarında tartışmaktı yetmiş milyona karşı.
Başına cop yerken, makinesi kırılırken, küfür edilirken Allaha şükür etmekti gazetecilik. Çünkü devletin dövdüğü yerde gül biterdi, kan gül rengini taşımıyormuydu? Susarak, kırılan makinenin yerine yenisi gelirdi icabında. Küfür dediğin neydi ki: ahhh onur.
Ekmek kadar mübarek olan yaşamın abluka altındayken dahi deklanşöre gülerek basmaktı gazetecilik.
Acısını hafif his ettiğinde konuşmaktı, derin acı karşısında dili yutmaktı gazetecilik.
Yoksa Devletin Egemenlik Alametlerine ve Organlarının Saygınlığına Karşı Suçlar kapsamında 301 olursun.