Sincan Cezaevi’nde tutuklu bulunan Halkların Demokratik Partisi (HDP) önceki dönem eş başkanlarından, 23 ve 24’üncü dönem milletvekili Sebahat Tuncel, bianet’in sorularını yanıtladı.
İdare ve Gözlem Kurulları’nın cezaevlerinde bir nevi paralel yargılama yaptığını ve mahpusların tahliyesini “keyfi” olarak ertelediğini anlatan Tuncel, “Umutsuzluğa kapılmaya kimsenin hakkı yok hele kendisine öncülük rolü biçmiş olanların” diyor ve ekliyor:
“Şimdi kadınların, halkların adil, eşit, özgür, demokratik barış içinde yaşam talebini, değişim talebini örgütleyerek, umudu yükseltme zamanıdır. ‘Geriye doğur olmaz, geçmişte dayanmaz hayat çünkü’ şimdi geçmişten ders çıkartıp ileriye gitme zamanıdır.”
Mahpusların tahliyesinin engellenmesine dair sorunun çözümünün dayanışmadan ve mücadeleden geçtiğine vurgu yapan Tuncel’in çağrısı demokratik bir ülkede yaşamak isteyen herkese:
“Bu mesele sadece Kürtlerin, mahpusların meselesi değil, Türkiye’de demokratik hukuk düzeninden, adaletten barıştan yana olan herkesin ses çıkarması gerekir.”
“İnsanca yaşayabilmek için ne yapabiliriz temel konumuz”
Öncelikle nasılsınız?
Genel olarak iyiyim, iyiyiz ama Türkiye’deki siyasal, toplumsal, ekonomik gelişmelere bakında, savaşın şiddetin günlük yaşamın bir
parçası haline getiren iktidarın toplumdaki çürüme, bireylerin yozlaşması, yolsuzluk, yoksulluk, kadın katliamlarına zemin sunan politikaların toplumdaki yansımasını görünce “iyi” olmak pek de mümkün görünmüyor.
İçeride de olsak yaşanan bu çürümeyi, yozlaşmayı durdurmak halklarımızın, kadınların insanca yaşayabileceği bir yaşam için ne yapabiliriz, neler yapmalıyız günlük yaşamımızın temek konusu oluyor doğal olarak.
“Anayasa yasaklar üzerine kurulu”
Türkiye’deki siyasal atmosferin hapishanelere yansıması nedir sizce?
AKP 20 yıllık iktidarı boyunca birçok yasal düzenleme yapıldı. Ve bu yasaların çoğu “torba yasa” üslüne göre parlamentodan geçirildi.
Bu yöntemin temel problemi çıkartılan yasaların ne kadarının toplumsal, ekonomik, sorunları çözdüğü ve ne kadar iktidarının kendi iktidarını sürdürmek için çıkardığı tartışılmıyor.
Ki çıkartılan yasa sorunlu olduğu için tekrar tekrar yasal düzenlemeler yapılarak pratikte çıkan sorunlar çözülmeye çalışılıyor.
Türkiye Anayasası ve yasaların özü özgürlükçü değil yasakçı. Yasaklar üzerine kurulmuş, farklılıkları yok sayan, tekçi otoriter, faşist anayasa maddeleri -ki yürürlükte olan Anayasanın bir darbe Anayasası olduğunu unutmamak gerekir- düşünce ifade, özgürlüğü eylem, örgütlenme, siyaset yapma özgürlüğü Türk-ulus milliyetçi ve cinsiyetçi politikalarının sınırına kadardır.
Kürtlere, sosyalistlere, muhaliflere karşı çıkartılan TMK ise ikinci anayasa gerekli görüyor. Zaten sınırlı olan özgürlük alanı TMK ile daha da daraltılıyor.
Türkiye’deki hukuk mekanizmasında yaşanan bu garabet yaşamın her alanında kendisini hissettiriyor. Ayrımcı, cinsiyetçi, milliyetçi yasalar hem mahkemelerin kararına hem de kararlar sonrası uygulamalara yansıyor.
Cezaevleri bu uygulamaların nasıl bir şiddete dönüştüğü (psikolojik fiziksel şiddet) göstermesi açısından bir laboratuvar görevi görüyor.
Türkiye’deki infaz yasasında da bu ayrımcı cinsiyetçi, milliyetçi, militarist ruhu görüyoruz. Ceza ve Güvenlik Tedbirleri infaz kanunu, Türkiye’nin Kürt karşıtı, muhalifleri düşman gören anlayışına göre “cezalandırma” politikasına “düşman hukukuna” göre düzenlendi.
O nedenle de aynı kampüste olmasına rağmen bir cezaevinde farklı uygulamalar özellikle siyasi mahpuslara yönelik “Kamu güvenliği” bahanesiyle Yüksek Güvenlik cezaevlerinde “özel” politikalar, tecrit ve izolasyon, yalnızlaştırma iradesizleştirme, sindirmeye dayalı politika devreye konmuş durumda.
Bu şiddet politikalarının İdare Gözlem Kurulları ile direkt bağlantısı var diyebilir miyiz?
Yasalardaki bu milliyetçi, militarist, cinsiyetçi anlayış cezvelerinde temel hak ve özgürlüklerinin gasp edilmesine bu politikalara itiraz edenlerin ise hücrelere kapatılması iletişim haklarının, ziyaretçi haklarının elinden alınması gibi cezalandırma yöntemleri ile karşı kaşıya kalınmasına yol açıyor.
Cezaevlerinde kurulan idare Gözlem Kurulularına verilen geniş yetkiler hak gasplarının alanını da genişletiyor.
İdare Gözlem Kurulları kendisini mahkeme yerine koyup paralel yargılama yapma, sağlık kurulu gibi davranıp sağlık hakkını gasp etme hakkını kendisinde görüyor.
Örnek verir misiniz?
Ayrımcılığın başka örneğim Sincan’ı kampüsünde adli tutuklular haftada 30 dakika aileleri ile görüntülü görüşürken( ki bu hak haftada bir saat olabiliyor. Haftalık ziyaretçisi gelmeyen mahpuslara 30 dakika ek hak veriliyor.) siyasiler, sadece haftada 10 dakika ve sesli konuşabiliyor. Ki sık sık verilen iletişim cezaları ile bu hakları da ellerinden alınıyor.
Kısacası İdare ve Gözlem Kurullarına verilen sınırsız yetki temel hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılmasına yol açıyor.
İdare gözlem kurullarının en temel insan hakkı ihlali ise tahliyesi gelmiş olan arkadaşların tahliyelerini uydurma gerekçelerle erteliyor.
Oysa dünyanın her yerinde esas olması gereken özgürlüklerin korunmasıdır. Ama AKP iktidarının Kürt düşmanı politikasının bir sonucu olarak Kürt’sen “rehin” olarak cezaevinde tutuluyor.
Sizin bulunduğunuz Sincan Cezaevi’nde de tahliyesi ertelenen mahpuslar var, onların durumlarından söz eder misiniz?
Bulunduğum Sincan kadın cezaevinde özgürlükleri elinden alınan 12 arkadaşımız var. 2 arkadaşımız 9 Eylül’de cezalarının tamamını yattıkları için tahliye oldu.
Mevcut 5275 sayılı yasanın 107. Maddesi denetimli serbestlik koşullarını düzenliyor. Siyasi mahpuslar için verilen cezanın 3/2 hafta bazı suçlarda ½ olarak uygulanıyor.
Tahliye hakkını kazananları halde idare gözlem kurulları disiplin soruşturmalarını, cezalarını, haklarında açılmış başka dosyaları, bahane ederek tahliyeleri engelleniyorMahpuslar için “seyir defteri” oluşturan İdare Gözlem Kurulları bir seyir defterini keyfi olarak dolduruyor* ve tahliyeleri engelleniyor. Bu kararlara yönelik infaz hakimliklerine yapılan itirazlarda aynı zihniyetle reddediliyor. Yine Ağır ceza mahkemeleri, mahpusların aleyhine kararlar veriyor.
Çözüm: Dayanışma ve hukuk
Bu hukuksuz uygulamalara ilişkin ne yapmak gerekli?
Yapılması gereken şey bu hukuksuzluğa, haksızlığa karşı direnmek mücadele etmek.
Bu konuda dışarıda kamuoyu oluşması elzem. Bir yandan insan hakları savunucularının, muhaliflerin infaz yasasının özgürlük ve eşitlikçi bir perspektifle hazırlanması için çalışma yapması, diğer yandan da acil olarak infazlarını tamamlamış kişilerin tahliyesi için kamuoyu oluşturmak gerekir.
Bizler cezaevlerinde itirazlarla ailemiz aracılığıyla sesimizi kamuoyuna duyurarak yaşanan hukuksuzluğa karşı duruyoruz, mücadele ediyoruz sizler de takdir edersiniz ki bizlerin olanakları sınır.
Esas dışarıdan güçlü bir dayanışmanın olmasına ihtiyaç var. Bu mesele sadece Kürtlerin, mahpusların meselesi değil, Türkiye’de demokratik hukuk düzeninden, adaletten barıştan yana olan herkesin ses çıkarması gerekir.
Özellikle kadınların sosyal, feminist kadın örgütlerinin cezaevlerimde bulunan kadınların sorunlarına daha duyarlı olması, gündemine alması ve bu konuda kampanyalar düzenlenmesine ihtiyaç olduğu düşünüyorum. Sizlerin aracılığınızla Türkiye ve Kürdistan kadın hareketlerine dayanışma çağrısında bulunuyorum. Birimiz özgür değilsek hiç birimiz özgür değiliz.
Türkiye’de adalet sisteminin çömesi, demokrasi ve özgürlüklerin ortadan kalkması, ayrımcılığın, ırkçılığın gelişmesi şiddetin günlük yaşamın bir parçası haline gelmesi ekonomik siyasi kriz, yaşam standartlarının, alım gücünün düşmesi işsizlik, açlık, yoksulluk bir birinden bağımsız ele alınamaz.
“Türkiye halklarının kaderi bu değil”
Tüm bu sorunların kaynağı iktidarın kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı, Kürt düşmanı, kadın düşmanı, doğa düşmanı, politikalarııdır.
Bu yaşanan Türkiye halklarının kaderi değildir, olmamalı. 14-28 Mayıs seçimlerinde ortaya çıkan önemli bir sonuç güçlü bir değişim talebi var.
Önemli olan bize düşen değişim talebinin örgütleyerek Demokratik Cumhuriyet inşa ederek öncülük etmek.
Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü bir yaşam mümkün ve bu ancak direnişle, mücadele ile örgütlenme ile mümkün olabilir.
O nedenle umutsuzluğa kapılmaya kimsenin hakkı yok hele kendisine öncülük rolü biçmiş olanların. Şimdi kadınların, halkların, adil, eşit, özgür, demokratik barış içinde yaşam talebini, değişim talebini örgütleyerek, umudu yükseltme zamanı.
“Geriye doğur olmaz, geçmişte dayanmaz hayat çünkü” şimdi geçmişten ders çıkartıp ileriye gitme zamanıdır.
Herkese selam ve sevgiler.