Rewşan, Kürt müziğinin son ve özgün temsilcilerinden biri. Müzikle ve Kürt müzik kültürüyle çocukluğundan bu yana iç içe olsa da, şarkılarını dinleyicilerle paylaşmaya başlamasının üzerinden yalnızca birkaç yıl geçti. Buna rağmen arka arkaya yayınladığı albümler ve şarkılarla geniş bir kitleye ulaşmayı başardı. Şimdi dünyanın ve Türkiye'nin farklı şehirlerinde konserler veriyor, dinleyicilerine her gün yenilerini ekliyor.
Kürt müziğinin modern döneminin bir temsilcisi olarak Rewşan, gelenekseli bugünün altyapılarıyla, müzik anlayışıyla ve enstrümanlarıyla buluşturuyor. Sahnede şarkı söylemenin yanı sıra keman, ukulele gibi enstrümanlarla kendisine eşlik ediyor ve bu tarz, özellikle genç dinleyicilerin ilgisini çekiyor.
Sanatçı son olarak 'Kavir' isimli bir single yayınladı. Iğdırlı bir dengbejden kendisinin derlediği 'Kavir'in yayınlanması vesilesiyle Rewşan'la Kürt müziğini, onun bu müziğe yaklaşımını ve bir kadın icracı olarak, kadınların Kürt müziğindeki yerini konuştuk.
Kürt müziğinin geçmişten bu yana bir takipçisi olarak şöyle bir izlenimim var: Geçmişte tabii bir dengbej kültürü vardı, geleneksel Kürt müziği hâkimdi. Sonra Şiwan Perver, Ciwan Haco, Nizamettin Ariç gibi isimlerin hâkim olduğu bir müzik dünyası söz konusu oldu. Ardından özellikle 90’larda, gençlerin dünya kültüründen de etkilenmesiyle modern bir yaklaşımla müzik yapan gruplar ortaya çıktı. Özellikle son on yıldır ise kadınların, özellikle genç kadınların bu müzikte ön plana çıktığını görüyorum. Bu tespite katılıyor musunuz?
Evet, kısmen katılıyorum. Ama benim cephemde durum biraz farklıydı. Kadını sahnede görmek ve kadını bir müzisyen, bir müzik icrası olarak tanımlama noktasında, ben çok daha erken yaşlarda başladım bu modellerle karşılaşmaya. Mesela benim çocukluğum Tatvan'da geçti, bir Doğu Anadolu Fuarı vardı orada, Doğu Anadolu'nun tek fuarıydı. Temmuz aylarında bir ay boyunca birtakım festival, şenlikler, dışarıdan gelen müzisyenler olurdu. Daha çocukken Şehribâna Kurdî'yi sahnede izleme şansım olmuştu. Belki de gerçek manada sahnede sanatını icra eden, Kürtçe söyleyen bir kadın figürünü ilk kez görüşüm odur. Ama aynı zamanda aile içerisinde de çok fazla kadın dengbej tanıdım. Benim anne tarafında, baba tarafında şarkı söyleyen kadınlar, yaşı ilerlemiş kadınlar, genç kadınlar, sesi çok güzel olan kadın icracılar vardı. "Zarbêj" diyelim, belki bunu profesyonel olarak yapmıyorlar ama kadınların arasında yaygın. Bu yüzden bahsettiğiniz bu son on yıldır kadınları daha çok görmemiz beni çok şaşırtmadı.
Çünkü bir nesil bu kadın zarbêjlerle büyüdü. Kamusal alanın yaygınlaşması, kentlerdeki Kürtçe söyleyen grupların oluşmasına ve her grupta en az bir tane kadın vokal bulundurma durumlarını doğurdu. Onların özellikle Newroz'larda, 8 Mart'larda sahne almaları, konserler vermeleri kadın temsili açısından çok önemliydi. Ama sizin bahsettiğiniz "üç büyükler" elbette ki efsaneydi, Nizamettin Ariç, Ciwan Haco, Şiwan Perver... Onlar bir döneme gerçekten imza attılar. Ama bir Ayşe Şan dönemi var mesela. Aslında çok önemli kadın figürler de var, Meryem Xan gibi. Erivan Radyosu kadın sesleri, dengbêjleri var keza, Susika Simo, Zadîna Şakir, Aslîka Qadir... Hepsi bugünkü kadın sanatçılar için bir ışık, bir rehber oldu. Son dönemde hayatın her alanında olduğu gibi, müzikal üretimlerde daha fazla görünür olmaya başladılar.
‘KADININ SAHNEDE OLMASI KÜRT TOPLUMUNDA KOLAY KABUL GÖRMÜYOR’
Bunu Kürt toplumundaki değişimle de ilişkilendiriyor musunuz?
Çok çeşitli mücadele alanları var; sosyal, kültürel... Kimliğinizle, kadın olmanızla, tabii ekolojiyle ilgili mücadele alanları. Daha bir sürü sayabiliriz. Son dönemde feminist hareketin daha aktif hale gelmesi, siyasallaşması, kadının her alanda kendini var etme çalışması, erkek tahakkümünü reddeden sesin yükselmesi, kadınların erkliğe rağmen kendilerini birçok alanda var etmeye çalışmaları, bunu bir mücadele alanı olarak görmelerinin kazanımları müzikte de görülebiliyor elbette. Eğer hâlâ, "Ailen ne diyor sahne almana, şarkı söylemene?" sorusu gelebiliyorsa bir kadına, örtülü bir baskıdan, korkudan ve engellerden söz etmeliyiz. Her bir mücadele alanı bir diğerini güçlendiriyor, şifa oluyor.
‘GELENEKSEL KÜRT MÜZİĞİ İŞLENMEMİŞ BİR CEVHER’
Sadece kadınlar özelinde değil, Kürt müziğinin çağı yakalaması meselesi de var. Bu ilk defa şimdi olmadı, geçmişte de Kürt müziği bir biçimde çağı yakalamış bir müzik. Ama Kürt müziği, o kimlik mücadelesine bağlı kalabilmek için gelenekselle çok iç içe kalmak zorundaydı gibi geliyor bana. Şimdiyse bununla ilgili bir kırılma yaşıyoruz. Altyapılar, şarkıların sözleri, daha gündelik hayattan bahseden şarkıların yapılması, kimi zaman Türk müziğini aşan altyapılara, düzenlemelere ulaşabilmesi vesaire. Bu biraz geç mi oldu, yoksa bana mı öyle geliyor?
Kürtçe modern müzik deyince benim aklıma Ciwan Haco gelir. Onun eserleri, onun düzenlemeleri Norveç ekolünden beslendi, Avrupalı ekip arkadaşları vardı. Çok güzel bir kültürel alışveriş oldu orada. Ama bu Ciwan Haco'yla alakalı bir şeydi, o buna izin verdi. Müzikte o gelenekselliğin kırılması gerektiğine inananlardan biriydi. İlk albümlerinde bir tek bağlamayla oldukça geleneksel bir yoldan giderken sonrasında onun müziği bambaşka bir hâl aldı. Özellikle ‘Durî’ albümüyle birlikte görüyoruz bu değişimi. Bu bahsettiğim 90'lı yıllara tekabül eden şeyler. Yine Nizamettin Ariç'in nefis senfonik düzenlemeleri var. Bunlar janra olarak belki çok başka yerde durmuyormuş gibi görünse de aslında gelenekselliğin harmanlandığı çok önemli çalışmalardı. Farklı enstrümanların müziğe dâhil edilmesi... Özellikle gitarların kullanımı yeniydi, Ciwan Haco bas gitar kullandı mesela. Bu noktada belki Kürtçe müzikte yeni müzikal anlatım biçimlerinin kabul görüp görmemesini konuşabiliriz. Burada asıl mevzu, insanların artık daha alternatif bir yerde durup Kürtçe müzik yapan insanlara da kucak açıyor olmaları, buna sevinebiliriz.
Rock müzik de, blues da Kürtçe yapıldı, hâlâ da yapılıyor. Bu tarzların niş bir kitlesi oldu elbette ama çok geniş bir tabana yayılmadı. Kürtlerde o geleneksel müziğe sıkı sıkı sarılma arzusu hâlâ söz konusu, farklı janralarda eserler ortaya çıkıyor olsa da yine de geleneksel bir eser silip süpürüyor ortalığı. Siz on şarkılık bir albümde sekiz yeni beste yapın, iki geleneksel şarkıyı aranje edin, o iki geleneksel eser kat kat daha fazla kabul görüyor. Bunun normal bir şey olduğunun da farkındayım. Çünkü Kürtçe müziğin geleneksel hâli, işlenmemiş bir cevher olarak oracıkta duruyor. Daha gün yüzüne çıkarılmamış, derlenmemiş belki de binlerce şarkı var. Kürt müziğinin çalınan çırpılan, şahıslar, kurumlar tarafından talan edilen dramatik bir gerçeği var. Ya da arşiv niteliğinde dünyanın farklı yerlerinde kaydedilmiş dengbêjlerin sesleri var ki bunlar hâlâ gün yüzüne çıkmış şeyler değil. Yani Kürtçe müzik araştırmaları daha yeni yeni filizlenmeye başladığı için orası daha işlenmemiş bir alan. TRT, geleneksel Türk müziği için bu sürecini 1930'lardan bu yana sürdürdü ve belki de tamamladı artık, derlenmesi gerekeni derledi, her türlü versiyonunu buldu. Hatta Kürtçe şarkıları bile Türkçe söz yazıp kendi arşivine kattı. Dolayısıyla Kürtçe müzikte bu alan hâlâ yeterince çalışılmamış; kurum, arşiv, enstitü gibi desteklerden yoksun bir alan olarak durduğu için insanlar haliyle kendi müziklerine hasret. Yeni bir eser derlemesi yapılıp gün yüzüne çıktığı zaman inanılmaz seviniyorlar. Bu örneği hep veririm, 'Uzun İnce Bir Yoldayım'ı belki yüz farklı janrada dinledik Türkçede, hiçbir zaman da eskimeyecek bir eser. Ama biz 'Ax Lê Wesê'yi, 'Keleşo’yu kaç farklı janrada, albümde yeniden dinleyebildik?
Modernize edilmiş, modern bir müzik yapıyorsunuz. Bölgeye de gidiyorsunuz. Kürtlerle, anadili Kürtçe olan insanlarla her daim bir aradasınız. Bazen modern aranjeler kabul görmüyor, siz hiç böyle bir tepki aldınız mı?
Evet, bazen yaptığım geleneksel müzik aranjmanlarına ilişkin böyle yorumlar geliyor. "Bu böyle söylenmiyor, bunun aslını, orijinalini dinleyelim. Bu hâli Kürtçe müzik formlarının bozulması anlamına geliyor," gibi reaksiyonlar nadir de olsa geliyor, yorumlara da yazıyorlar. Bunu da çok normal görüyorum çünkü alışılageldik şekilde söylemiyorum. Ara sazlar ana melodinin tekrarı değil, yeni melodiler buluyorum introlara, ara sololara. Form değişiyor, altro geliyor örneğin. Bunu anlamak, bunu idrak etmek noktasında bazen dirençli olabiliyor insanlar. Çünkü bazen sadece orada, o gelenekselin içinde, ilk dinlediği formda kalmak istiyor. Hepimiz biraz öyle değil miyiz zaten? Değişime çok dirençli olan bir tarafımız da var.
'KÜRT MÜZİĞİ DİNLEYİCİYE ARTIK DOĞRUDAN ULAŞABİLİYOR'
Bir de belki siz nispeten şanslı bir kuşaktansınız aslında. Yani 90'lı yıllarda biraz önce konuştuğumuz rock altyapılarının Kürtçe müziğe girmesi, Ciwan Haco'nun 90'lar boyunca yaptığı işler, hatta belki Kardeş Türküler'in yaptığı şeyler biraz o kapıları açtı.
Mesela güneyde yaşayan çok kıymetli bir kompozitörümüz var, Mazhar Xaliqî. Bu sanatçımız, geleneksel eserleri modern düzenlemelerle, çok sesli şekilde senfonik olarak yorumladığı albümler yapmaya başladı. Kendi döneminde ilk albümlerini yaptığında dışlandı. "Böyle eser mi olur, böyle aranjman mı olur, böyle şarkı mı olur?" dendi. Şimdi güneydekiler Mazhar Xaliqî'nin eserlerini Kürtçenin çok değerli, çok kıymetli klasikleri arasında sayıyor. Yani galiba zaman da geçmesi lazım bir şeylerin değerlenmesi için. Her şeyde böyle olmuyor mu? Alışılıyor zamanla, başka kaynaklardan daha çok beslenilmeye başlanıyor.
Dediğiniz şeye katılıyorum, bu kuşak daha şanslı bir kuşak. Şuna getireceğim mevzuyu; bizim kendi özel kanallarımız var artık, dinleyiciye ulaşabileceğimiz ara yollarımız var. Otoritelerin kanaatine, onların senin müziğine kıymetli mi değil mi diye değer biçmesine kalmadan, senin doğrudan dinleyicinle buluşabildiğin, arada perdenin, süzgecin olmadığı kanallar var artık. Dijital müzik platformları, sosyal medya araçları var. Senin dinleyiciye ulaşmak konusunda artık bir engelin yok. Dolayısıyla daha avantajlı bir durum bu. Bir müzik icra ediyorsan, bunun bir dinleyicisi varsa o gelip seni buluyor zaten, senin gidip bir yerlerde araman gerekmiyor. Ben ilk albümümü 2018'de çıkarttığım zaman canlı performans kayıtlarıyla başladım. Evde oturduk, arkadaşlarla çaldık. Bir arkadaşım el kamerasıyla geldi, çekti; tek kamera, tek açı. Youtube kanalım da yoktu henüz. "Aa, Youtube var, orada insanlar paylaşıyor, dur ben de paylaşayım" dedim. Abone sayısı sıfır ama paylaştım oradan. O tarzı seven geldi buldu beni. Dolayısıyla sen kendi kitleni zaten bu şekilde oluşturuyorsun. Reklamın yok; yahut bir banka, bir şirket, bir devlet kurumu gibi sponsorun, desteğin yok. Televizyon kanalları, radyo kanalları zaten yok. Sen ve dinleyici... O yüzden bunun çok organik olduğunu düşünüyorum ve kolay kolay sarsılabileceğine inanmıyorum. Bu organik bir bağ ve gerçek anlamda sen kendi ürettiğin müziğin kitlesini kendi çabanla, kendi emeğinle oluşturuyorsun.
Kim sizin dinleyiciniz? Böyle bir resim çıkarabiliyor musunuz baktığınızda?
Tabii bir profil çıkarmak ne kadar doğru bilmiyorum ama genel olarak Türkiye ağırlıklı, daha niş işler seven, Kürtçe geleneksel müziği de seven ama yeniliklere de açık olan, yeni tatlarda, yeni janralarda da bir müzik lezzeti arayan, biraz dünya müziğini de takip eden bir dinleyici kitlesinden söz edebilirim. Kadınlar var, çocuklar var mesela, genç kuşak da dinliyor, daha ileri yaşlardakiler de dinliyor. Ama belli bir yaşın üzerindekiler değil, onlar dengbejlerin o ilk kayıtlarını daha çok seviyorlar, o formdan uzaklaştıkları vakit yabancılaşma hissediyorlar.
Konserlerde hissediyorsunuzdur bunu zaten, belli bir demografiyle karşı karşıyasın, onlar da belirli bir yaş aralığında insanlardır diye tahmin ediyorum çünkü zaten konserlere giden insanların yaş aralığı çok belli. İki şey soracağım aslında konserlerle ilgili: Avrupa konserleri de yapıyorsunuz, hatta bu hafta İsviçre'ye Basel'e gidiyorsunuz. Bu Avrupa konserlerinde kimle karşılaşıyorsunuz, kimle nasıl bir müzik ortaklığı var? İkinci olarak, Doğu’daki konserleri soracağım. Orada da başka bir dünya var…
Yurt içinde de yurt dışında da çok coşkulu olduğumuz aşikâr. Yani o konuda hemfikiriz. Koşullar ne olursa olsun, “show must go on! “
Onu görebiliyoruz zaten, sizi sosyal medyadan takip edince bile anlaşılan bir şey.
Evet, coşku var. Sıkıntılar da oluyor tabii ki, bu işin doğasında var. Yurtdışında, yaptığım müzikle ilgili birtakım kültür projelerine dâhil oluyorum. Bir taraftan derlemeler de yapıyorum; dengbejlik kültürüyle de, unutulmaya yüz tutmuş şarkıların yeniden kaydedilmesi, kayıt altına alınması ve yeni nesillerle buluşturulması konularında hassasiyetlerim var. Çalışmalarım da biraz o yönde. Bu bağlamda birtakım atölyelere, söyleşilere davet ediliyorum. Son olarak Danimarka'da, Kopenhag Üniversitesi'nin bir daveti üzerine böyle bir etkinliğe katıldım örneğin. Kadın çalışmalarına dair söyleşiler, konserler... Daha kolektif kültürel çalışmaların içerisine dâhil oluyorum. Bir taraftan da Newroz, 8 Mart gibi özel günlerde davetler alıyorum. Böyle günler, konserlere vesile oluyor. Kültür kurumlarının davetleri üzerine gidiyorum. Almanya'ya gidiyorsam dinleyiciler arasında Almanlar da oluyor tabii ki, yahut Fransa'da çalıyorsak Fransızlar... Şimdi mesela İsviçre'de bir topluluk var, onların kendi iç organizasyonu, etkinliği ama aynı zamanda Basel'in yerel halkından da birtakım katılımcılar var. Mart ayında başarabilirsek Toronto Üniversitesi'nin davetiyle Kanada'ya gideceğiz. Üniversitenin kendi bahar şenliği var. Bahar, aslında her toplumda kutsanan bir şey, orada da Newroz gibi kutlanıyor. Kürtlerde tabii daha çok direnişi temsil eden bir bayram. Toronto'daki Newroz kutlamasında her milletten gençle bir araya geleceğiz. Böyle çalışmalara dâhil oluyorum. Güzel de gidiyor, gayet mutluyum, memnunum.
Yurt içindeki sıkıntıları sormuştunuz, onlardan da biraz bahsedeyim. Mekânlarla ilgili, ses sistemiyle ilgili sıkıntılar oluyor. Veya müzisyenlerin ağırlanma biçimleriyle alakalı birtakım sorunlarla, engellerle karşılaşabiliyoruz. Gittiğim yerlerde bazen kulis olmuyor. Konuştuğun, uyardığın halde konser alanında sigara içilen bir ortamla karşılaşıyorsun. “Ben burada söyleyemem, astım hastasıyım, ekibin içinde hiç sigara içmeyen insanlar var” desen de bu her zaman olumlu karşılanmıyor, ekibin bir ihtiyacı olarak değil, bir lüks olarak görülüyor. Ya da davul istiyorsun, muhtemelen 20 yıldır depoda olan, zamanında birisinin en ucuzu olsun diye aldığı ve içeride çürüyen bir davul getiriyor sahneye. Böyle durumlarda, bir şeyi tamamlama, bir eksiği kapatma, "Önemli değil, devam ediyoruz," deme, birbirini motive etme, ekibin moralini yükseltme noktasında bir pozisyon alıyorum genelde. Bu iş böyle. Ama genel anlamda katılım çok yüksek etkinliklere, sanırım pandeminin de etkisiyle insanlar birlikte olmayı çok özlemiş. Beraber bir ânı paylaşmayı, kol kola olmayı, göz göze olmayı, beraber şarkı söylemeyi, sevdikleri, takip ettikleri insanları sahnede canlı görmeyi özlemişler. Bu nedenle daha bir güzel geçiyor konserler.
Kimi zaman salon konserleri veriyoruz, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin konserleri oluyor. Şunu söylemek istiyorum ki, özellikle son dönemde görevlendirilen teknik ekip çok iyi. Hem içeriye hem dışarıya bakan iki ayrı teknisyen görevlendiriyor İBB, teknik olarak hiç alışkın olmadığımız tarzda güzelliklerle karşılaşıyoruz. Dolayısıyla ortaya çok iyi bir sound çıkıyor, gönlümüze göre oluyor. Güzel ağırlanıyoruz oralarda. Ama o standartları, o koşulları her yerde bulamıyorsun. Kendi başımıza kültür merkezi konseri yapmak bu anlamda çok zor oluyor; sponsor yok, destek yok... Yerelde çalışacak, afiş dağıtacak, bilet satacak insanlarla birtakım sıkıntılar oluyor, bazen bu işlerden sorumlu kişiler üzerine yeterince düşmüyor.
'GELENEKSELİ, BUGÜNÜN HİKÂYESİNE NASIL DAHİL EDEBİLİRİM?'
Biraz önce söz ettiniz, siz yalnızca beste yapıp, şarkı, türkü söylemiyorsunuz, Kürt müziğini bir kültür olarak da çalışıyorsunuz…
Evet. İki hafta önce bir single çıktı, ‘Kavir’, mesela o şarkı müzik çalışmaları içerisinde kıymetli bir yerde duruyor benim gözümde. Iğdır'da yaşayan 80 yaşında bir dengbejden derledim onu. Bekir Akkuş adı, “Ape Bekir” diyorlar. Ape Bekir bu şarkıyı yıllardır kendi camiasında, kendi bulunduğu divanlarda söylüyor zaten. Şarkıyı ondan derlerken önce transkripsiyonunu yaptım, defalarca üstünden geçtik. Onun bir söyleyiş biçimi var mesela, o hâline sadık kalmak, o hâliyle söylemek kıymetliydi. O şarkıda anlatılan hikâye de kıymetli benim için, aslında her şarkının hikâyesi kıymetli. Ben hikâye anlatmayı da, bir şarkının künyesini anlatırken onu bir hikâyeye bağlamayı da çok seviyorum. “Biz dinleyip geçiyoruz ama burada bir hikâye var, gelin beraber bakalım” diyorum. Dinleyiciler de alıştı artık buna, "Burada ne diyor Rewşan? Bize anlat" diyorlar. Tabii dengbejden aldığım malumatı dinleyiciye aktarıyorum. Yani kültürün gün yüzüne çıkması, yeniden dolaşıma girmesi, yeniden değerli hâle getirilmesi çok kıymetli bir şey. O şarkıyla karşılaştığınız zaman ya onu önemli bir kültür öğesi olarak görüp "Bunu nasıl bugüne getirebilirim? Bugünün hikâyesine, bugünün yaşantısına nasıl dâhil edebilirim?" diye soruyorsunuz kendinize ya da arkanızı dönüp gidiyorsunuz. Bazen de o derleme, yazılı bir materyalde, bir nota kitabının içerisinde kapalı bir şekilde kalıyor. İşlenmiyor yani, bugüne gelemiyor.
Sizin için bunlarla tanışma, bunları derleme süreçleri nasıl oluyor peki? Mesela ‘Kavir’ ile nasıl karşılaştınız?
Ben 2014 yılında, kadın sözlü geleneği üzerine bir belgesel serisi hazırladım. O dönem gittiğim yerlerden biri de Iğdır'dı. Oradaki kadınlarla kültürel bellek üzerine konuşuyor; hafızalarında kalmış, anne babalarından ya da köyde herhangi birinden duyup öğrendikleri şarkıları derliyordum, kaydediyordum. Ayrıca onlardan bu şarkıların öykülerini anlatmalarını istiyordum. Bir televizyon programı, belgesel serisi olarak hazırlamıştık bunu. Ape Bekir'le de o dönem tanışmıştım, onun evine konuk olmuştum. Tabii inanılmaz insanlar bunlar, acayip bir hafıza, hazırcevaplık. Sana, şekline şemaline bakıp anında bir şarkı yazabilir, seninle mizahi olarak dalga geçebilir, seni ortamda yüceltebilir ya da yerin dibine sokabilir. Kimse de sesini çıkaramaz yani. Onlar Kürt halkının bilgeleri, kadın ve erkek çınarlar. "Ru-spî” deriz onlara biz, aydınlık yüzlü. İşte oradaki hafıza çok kıymetli, bugüne gelmesi, bugünle hemhâl olması çok kıymetli.
Peki, yeni teklinize gelen tepkilerden biraz bahsedelim...
Iğdır yöresinde yaşayan dinleyicilerin tamamı "Aa, biz bunu biliyoruz, çocukken de söylüyorduk," diye sevinçle tepki verdi. Ama biliyorsunuz dijital platformlarla dünya üzerinde milyonlarca insan şarkıya bir şekilde temas ediyor. Hiç o yöreyle alakası olmayan, orada hikâyede anlatılan çobanlı, koyunlu tatlı hikâyeyi hayatında belki hiç yaşamamış, belki bir sürüyü bile canlı canlı görmemiş insanlar bile gülümsüyor bu hikâyeye haliyle. Yurt dışında yaşayan insanların tepkileri çok güzel oldu. Burada da yazan çizen bir sürü insan oldu. Teşekkür edenler oldu, "Sayen böyle güzel, kıymetli bir eseri tanımış olduk" dediler. Yerelde illa ki söyleyen insanlar oluyor. Oranın yerel müzisyenleri o şarkıyı belki düğünlerde çalıyor, söylüyor veya çevre illerde söyleniyor ama kalıcı bir şekilde eserin kaynakçasıyla, hikâyesiyle kamusal alanda, dijital ortamda paylaşılması bambaşka bir anlam ifade ediyor aslında. Kültür aktarımı açısından, hikâyelerin paylaşımı açısından şarkıların kayıt altına alınması, arşive eklenmesi, transkripsiyonunun yapılması, sözlerinin deşifre edilmesi çok kıymetli.
Yeni şarkılar var sırada. Bir albüm mü yapacaksınız, yoksa böyle tekli şeklinde mi çıkacak o şarkılar?
Besteler birikti. Yeni dönem biraz kendi bestelerimle bir albüm yapma niyetindeyim. Bir EP mi olsun yoksa yine uzun bir albüm şeklinde mi paylaşayım, o konu daha tam netleşmedi. Şartlar söyleyecek bize ne yapmamız gerektiğini. Bir aranjman sürecindeyiz şimdi. O süreç bir tamamlansın, stüdyo süreci başlayacak. Sonra ya bir albüm şeklinde paylaşılacak ya da önce bir üçlü, sonra tekrar bir üçlü, sonra belki bir dörtlü, sonra hepsi birden bir albüm olarak yayınlanacak. Yeni hikâyelerim var, yeni besteler. Sound konusunda da artık daha netim, nasıl olacağıyla ilgili kararımı verdim. Bu pandemi süreci öğretici oldu, verimli bir dönem geçirdim diyebilirim. Besteler çıktı, uzun süredir bekleyen bestelere biraz daha meyletmeye başladım, onların üzerinde çalıştım, sözlerini tamamladım. 4 Mart'ta bir tekli çıkacak. Sevgili dostum Tara Mamedova'yla beraber yaptığımız bir düet, sözleri Tara'ya, müziği bana ait bir şarkı. Düzenlemesini ise yine Hakan Gürbüz yaptı. Kız kardeşlik üzerine bir beste bu. Klibini hazırladık, klibi de yayınlanacak aynı gün. Bir düet çalışması daha var sonrasında, Dr. Ahmet Kaya'yla. Bestesi ona ait bir eseri beraber okuyacağız. Derken, muhtemelen sonbaharda albüm çıkacak. Bakalım kahramanlarımızı yeni bölümde neler bekliyor...