Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, Cumhuriyet'in demokratikleştirilememesi nedeniyle Kürt sorununun çözülemediğini söyledi.
Meclis Genel Kurulu’nda gerçekleşen 23 Nisan özel oturumunda konuşan Oluç, sözlerine cezaevlerinde tutuklu bulunan siyasetçileri selamlayarak başladı. Oluç, “Keşke bugün, bu kürsüden son derece önemli olan Meclis’in kuruluşunun 101’inci yılında demokratik bir ülkeden, toplumsal adaleti sağlayan bir sistemden, halkın temel sorunlarına çözüm üretebilen güçlü bir parlamentodan ve egemenliği sürekli engellenmemiş bir halk iradesinden söz edebilseydik. Keşke 101 yıllık tarihi böyle değerlendirseydik” dedi.
‘DEMOKRASİ AĞIR BASKI ALTINDA’
Ancak tablonun böyle olmadığını söyleyen Oluç, demokrasinin ağır baskı altında olduğunu ve adeta kelepçelendiğini ifade etti. Oluç, devamında şöyle konuştu:
“Kuvvetler ayrılığı terk edilmiş, yerine tek kişide toplanan kuvvetler birliğine geçilmiştir. Kimlikler, inançlar, diller, kültürler, evrensel ve temel insan hakları, yurttaş hakları bu ülkede güvence altında değildir. Demokratik siyaset, toplumsal muhalefet ve sivil toplum ağır bir kuşatma altındadır. Adalet duygusu yok edilmiştir. Tecrit başta olmak üzere her alanda kendi hukukunu, anayasal ilkelerini, imzaladığı uluslararası demokratik sözleşmeleri uygulamayan bir keyfilikle ve hukuksuzluklarla karşı karşıyayız. Hukuk bugün herkes için yoktur artık. Sadece üstünler ve güç sahipleri için vardır. Halk egemenliğinin tecelli etmesi gereken parlamento, yürütmenin egemenliği altına alınmıştır. Yetkileri budanmış, vesayetçi anlayış hakim kılınmıştır. İktidara bağlı ve taraflı yargı, aldığı siyasi kararlarla parlamentonun iradesine müdahale ederek, kendisini Meclisin üzerinde görmektedir. Düşünce, ifade, basın ve iletişim özgürlüğü her gün çiğnenmektedir. Konuşan, tartışan, itiraz eden toplum yerine suskun, hesap sormayan, her şeyi sessiz bir kabulle onaylayan bir toplum istenmektedir. Emekçi yoksul halkların adil gelir dağılımı ve sosyal adalet talepleri karşısında bütün zenginlik iktidar ve çevresinde toplanmakta, halk ise her gün daha da yoksullaşmakta, işsizlikle, açlıkla, sefaletle karşı karşıya bırakılmaktadır.”
'MECLİS 1920'DE GERÇEK HALK EGEMENLİĞİNE DAYANIYORDU'
Yanlış yönetilen bir Türkiye ile karşı karşıya olduklarını vurgulayan Oluç, “Meclis 1920’de kurulduğunda gerçek halk egemenliğine dayanıyordu. 1921 Anayasası ademi merkeziyetçi bir anlayışı esas alıyordu. Bu kuruluş esasları zamanla yerle bir edildi ve bir asır boyunca bu ülkenin tüm kimlikleri ve kültürleri dışlandı, ötekileştirildi” dedi. Cumhuriyet’in demokratikleşmesinin her defasında darbelerle, müdahalelerle engellendiğini belirten Oluç, baskıcı otoriter sistem ve yönetimlerle sorunların üzerine sürekli yeni sorunlar ve yeni krizler eklendiğini anlattı.
Oluç, “Cumhuriyet’in demokratikleşmemesinin önemli bir sonucu da yüz yıldır çözülemeyen Kürt sorunu oldu. Türkiye’nin en temel sorunlarından biri olan Kürt sorununa yaklaşımda diyalog ve müzakere yerine çatışma ve yok sayma siyaseti izlendi. Çözümsüz bırakılan Kürt sorunu, sorunları çözülemeyen bir Türkiye yarattı. Bugün Cumhuriyet demokratikleşmediği için Kürt sorunu çözülemiyor. Kürt sorunu çözülemediği için demokrasi sorunları da çözülemiyor, Cumhuriyet demokratikleşemiyor. Kürt sorununun var olması devlet ve iktidar sistemini hukuksuzluğa ve demokrasi eksikliğine itiyor” diye konuştu.
'SİYASİ YOLSUZLUK YAPILDI'
Oluç, konuşmasına şöyle sürdürdü: “Aynı şekilde bu sistem başta Alevilik olmak üzere inanç kimliklerini tanımadı. Aynı zamanda cinsiyetçi olan bu otoriter sistem, kadın kimliği ve iradesiyle kadınların varlığını kabul etmedi ve dışladı. Örneğin kadınların çok önemli bir kazanımı olan İstanbul Sözleşmesini tek kişi bir gece yarısı kararıyla feshetti. Milyonlarca kadının adına bir erkek karar verdi. Ama o sözleşme bu Meclis’te kabul edilmişti. Dolayısıyla bu adım Meclis iradesine de bir darbe oldu. Tıpkı kayyım darbesinde olduğu gibi. Kayyım darbesiyle halkın seçme ve seçilme özgürlüğü gasp edildi. Halkın sandıktan çıkan iradesi çalındı. Siyasi bir yolsuzluk yapıldı.
'GETİRİ DEĞİL GÖTÜRÜ SİSTEMİ'
Peki gelinen nokta nedir? İktidar partisinin belediyeleri insan kaçakçılığıyla anılıyor. Kayyım belediyeleri yolsuzluklarla iç içe. Yolsuzluk çarkı yerele taşındı ve merkezden atanan kayyımlar tarihe yolsuzluk, usulsüz harcama ve hırsızlıkla geçti. Hukuksuzluk, usulsüzlük, keyfilik, kibir ve güce tapma bir yol haline getirilirse, denetim ortadan kaldırılırsa, her şey çığırından çıkar. Yaşanan işte budur. Temeli 2017’de atılan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi beşinci yılına girmiştir. Ayrımcılık, eşitsizlik, baskı, zulüm, hukuksuzluk, iktidar şatafatı, israfı dışında ne getirdi bu sistem? Hiçbir şey getirmedi.
Tam tersine bu sistem çok şey götürdü. Bu sistem getiri sistemi değil, götürü sistemi haline geldi. Kırıntı düzeyindeki demokrasiyi götürdü. Adaleti, hukuku, Anayasa’nın ilkelerini götürdü. Parlamentonun yetkilerini, halkın cebine ve sofrasına yansıması gereken kaynakları götürdü. İktidar bu tutumu ile sadece ve sadece kendi geleceğini düşünmektedir, ülkeyi ve toplumu değil. Salgında dahi halkı düşünmeyen, toplumu Kovid ve sosyal güvencesizlikle karşı karşıya bırakan, Kod 29’la işçileri ekmeğinden, rızkından eden; insanlar aç ve işsizken yandaşları trilyonluk araçlarla, para balyalarıyla poz veren bir anlayış bu ülkenin de toplumun da üzerinde ağır bir yük haline geldi.
'TEK YOL DEMOKRATİK CUMHURİYET'
Cumhuriyet 100’üncü yaşına girmeden önce önümüzde tek bir yol bulunmaktadır, Demokratik Cumhuriyet yolu. Türkiye’nin ihtiyacı olan şey Cumhuriyetin demokratikleşmesidir. Demokratikleşmeyi, ekonomik ve sosyal politika tercihleri ile güçlendirmek gerekmektedir. Yaşanan rejim krizinin derinleşerek büyümemesi için Cumhuriyet gerçek anlamda demokrasi ile buluşmalı, demokratik ve özgürlükçü bir yapıya kavuşmalıdır. Katılımcı ve müzakereci demokrasi anlayışı ile güçlenmelidir. Eşit ve özgür yurttaşlık hukuku hâkim olmalıdır. Bu cumhuriyet teklik üzerinden birliği değil, çokluk ve farklılıklar üzerinden saygıyı ve bütünlüğü esas almalıdır.
'DEMOKRATİK SİYASETTE ISRARCIYIZ'
Bizler demokratik siyasette ısrarcıyız. Şu çok açık ki, demokratik siyaset güçlendikçe, sorunlarımızın konuşarak, diyalogla, müzakere edilerek aşılması imkanları da genişler ve artar. Türkiye'nin hiçbir sorununu çatışma ve şiddet yoluyla çözemeyiz. Müzakere ederek, diyalog yoluyla, konuşarak, tartışarak bütün sorunlarımızı çözebiliriz. Kürt sorunu başta olmak üzere, hiçbir sorunumuz yoktur ki, konuşarak çözemeyelim. Bunu size bir kez daha hatırlatıyorum. Bir asrın ağır tecrübeleri, gelecek asrın da aynı krizlerle yaşanmaması gerektiğini herkese göstermiş olmalıdır. Herkesin diliyle, kimliğiyle, rengiyle bir arada olduğu, birlikte dertlenip birlikte neşelendikleri bir ülke çağrısı yapıyoruz. Barış ve huzur içerisinde yaşamak, bu ülkedeki tüm insanların hakkıdır.
DEMOKRASİ İTTİFAKI ÇAĞRISI
Tüm ağır tahribatların onarılması için demokrasiden, adaletten, barıştan, hukuktan yana olan herkesle, her kesimle güçlü bir demokrasi ittifakını önemsiyoruz. Demokrasi etrafındaki bir büyük buluşmayla hak ve hukukumuzu korumayı, bu bereketli toprakların her rengini bir arada tutmayı başaracağımıza inanıyoruz. Yaratılan umutsuzluğun karşısında umudu, korkunun karşısında cesareti, karanlığın karşısında aydınlığı ayakta tutuyoruz ve tutmaya da devam edeceğiz.
Çağrımız parlamentoya ve bütün ülkeyedir, toplumadır. Gelin hep birlikte kutuplaştırmadan, ayrıştırmadan demokrasiye ve yeni bir toplumsal mutabakata, toplumsal barışa zemin hazırlayalım. Uçurumun kenarına gelmiş bir ülkeyi hep birlikte düzlüğe çıkaralım.
Yerel demokrasi ile parlamentoyu ve Cumhuriyeti güçlendirip denge ve denetleme ağlarını, yasaların yanı sıra demokrasinin güvencesine emanet edelim. Kapsayıcılığı esas alan sivil, demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi ve çoğulcu bir anayasanın zeminini yaratalım, halkların ihtiyacını ve beklentisini karşılayan yeni bir toplumsal sözleşmenin yolunu açalım. Ortak değerleri ve karşılıklı saygıyı bırakalım. Çocuk bayramı olarak da kutlanan bugün her bir çocuk, çocuk işçiliğinden şiddete ve istismara; anadilinde eğitimden mahrum bırakılmaktan iş cinayetlerinde hayatını kaybetmeye, uyuşturucu batağında geleceğini yitirmeye kadar yaşının taşıyamayacağı çok ciddi sorunlarla karşı karşıyadır.” (MA)